Önce bir tespitle başlayalım. Dış politikaya merak duyan kimle konuşursanız konuşun, şu gerçeği vurguluyor: Ankara’nın eli son altı yılda hiç bu kadar güçlü olmadı.
Türkiye’nin etkisinin yükseldiği dönemde, yani 2013’te, bölgede İsrail’in güvenliğini önceleyen büyük bir dizayn operasyonu başlatılmıştı, malum. Mısır’da kanlı darbe, Türkiye’de Gezi, 17-25 Aralık operasyonları Ankara’nın bölgesel etkisini kırma, onu iddiasından vazgeçirme, memleketi içe kapatma girişimleriydi. Suriye’nin kuzeyinde bir terör koridoru oluşturma planı ve terör örgütü PKK’nın çözüm sürecini bitirmesi de eşzamanlı olarak hemen bu teşebbüslerin ardından gündeme gelmişti.
2013’ten bu yana çok sıkıntı çektik. Sadece terör örgütü PKK değil, DEAŞ da şehirlerimize saldırdı. Buna rağmen DEAŞ’ı destekleyen ülke konumuna sokulmaya çalışıldık. Biz terörle mücadele ederken, dost ve müttefiklerin örtülü silah ambargosuna maruz kaldık. Suriye’de vesayet savaşı yürütenler, Türkiye’yi Suriye haline getirmek istediler. 15 Temmuz kanlı işgal girişimi bunun son ve en kapsamlı yansımasıdır.
Şimdi Ankara akıllı hamleleriyle bu gidişatı yine tam tersine çeviriyor. Önce içerideki PKK, DEAŞ, FETÖ terör unsurları etkisiz hale getirilerek tahkimat yapıldı. Ardından diplomasiyle birlikte askeri güç kartı da kullanılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk diplomasisini askeri güç ile destekleme kararı, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları, bölgedeki dengelerin Türkiye lehine değişmesinde en kritik kilometre taşlarından birisi oldu. Türkiye -özellikle Suriye’nin kuzeyinde- gelişmeleri izleyen değil, müdahale eden, ne yapacağı merak edilen bir güç konumuna yeniden oturdu.
Türkiye’nin Rusya ile geliştirdiği ilişkilerin geldiği nokta bu tablonun önemli bir parçası. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova ziyareti, ABD çekildikten sonra nasıl bir tablo ortaya çıkacağını Putin ile ele almak için gerçekleşti. İki liderin müzakere yeteneği bugüne kadar Suriye’deki gelişmelerin seyrini etkiledi. Erdoğan ve Putin’in ne konuştuğu özellikle ABD çekildikten sonra daha fazla önem kazanacak.
Şam rejimi Rusya’nın eline bakıyor. İran ise sendeliyor. Suriye’de zoraki bir Tahran-Moskova birlikteliği sözkonusu. İran’ın kimi politikaları Moskova’yı kızdırıyor. Bunu Suriye’deki İran hedeflerini vuran İsrail’e sessiz kalınmasından anlıyoruz. Meselenin bir de ambargo yönü bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde Tahran Enerji Borsası’nda satışa çıkarılan 1 milyon varil ham petrole alıcı bulunamadı. Bu İran’ın Suriye’deki agresif politikasını ne kadar sürdürebileceğine ilişkin soru işareti yaratıyor.
Tüm bunların üstüne Trump Suriye’den çekilme kararı aldı. Sonra iki gelişme oldu: İsrail, İran unsurlarını hedef almaya başladı. Terör örgütü DEAŞ ilk kez ABD askerlerine bombalı saldırı düzenledi. Peki, ABD askerlerini gerçekten DEAŞ mı hedef alıyor?
Sahayı bilen güvenlik kaynakları bu soruya şu yanıtı veriyor: “Saldıran teröristler DEAŞ kimliği taşıyor. Ancak DEAŞ son operasyonlarla belli bir alana hapsedilmiş ve sahadaki saldırı kapasitesini kaybetmişti. Hatta geçtiğimiz günlerde kalabalık bir grup DEAŞ’lı silah bırakarak ABD askerlerine teslim oldu.”
O halde Trump’ı kararından vazgeçirmeye çalışan birileri DEAŞ’a yol vererek ya da DEAŞ içinde kendilerine bağlı hücreleri harekete geçirerek örgütün yeniden öne çıkmasını istiyor.
Peki, kim bu birileri? Trump’ın kararından terör örgütü PKK, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin rahatsız olduğu biliniyor.