Rusya-İran ittifakının Esed rejimine kullanarak hedef aldığı ABD-Avrupa’nın da trajedisini sessizlikle izlediği o masum Sünni nüfusun katliamdan kurtulmak için son çare olarak sığındığı Türkiye sınırındaki o derme-çatma kamplar, günümüzün Auschwitz’leridir.
Batı Asya, bir “Sünni soykırımı” yaşıyor. İdlib kırsalında gördüğüm gerçek, bu soykırımın emperyalist-hegemonyacı tüm güçlerin ortak kararıyla yürüdüğüdür.
İnsanlık tarihinin en büyük nüfus değişim kampanyalarından birini yaşayan Suriye’de Rusya-İran ittifakı ile ABD-İsrail ittifakı arasında bu konuda fark yoktur.
Aksine, bölge, İsrail-İran arasındaki fiili ittifaka şahitlik etmektedir. İttifakı tetikleyen ana unsurun, yine birer Siyonist müttefiki olan Suudi Arabistan ve BAE’nin desteğindeki El-Kaide gibi selefist gruplar olması bir tesadüf müdür, hayır.
İçinden DEAŞ gibi “harici kimlikli” bir terör örgütünü de çıkarmış Vehhabi kanat, kadim toprakların köklü İslam kimliğinin yok edilmesinde de işbirlikçi kanattır.
İsrail’in Batı Asya’daki kalıcı güvenliğinin paradigmalarını oluşturan 1982 tarihli Siyonist, YİNON PLANI, bölgedeki tüm Müslüman ülkelerin parçalanmasını, hatta birer şehir devletlerine dönüşmesini öngörüyordu.
Anlaşılan, saklanan sayfalarında bölgede yaşanacak bir “Sünni soykırım” ile köklü bir nüfus değişimi de öngörüyormuş.
Nazi’lerin kuşatmasındaki Varşova Yahudi gettosu neyse, günümüzün Gazze’si, Batı Şeria’sı ve tabi ki, Halep, Musul, İdlib’i de odur.
Auschwitz’de sembolleşen “Yahudi soykırımının” bir benzeri, ziyaret etme frsatı bulduğum bölgedeki mülteci kamplarında tekrarlanmaktadır.
Bir inanç grubu, o kamplara sürülerek yok edilmektedir.
YAZARIMIZ ARDAN ZENTÜRK İDLİB'DE... İŞTE ÇARESİZLİĞİN GÖRÜNTÜLERİ
Rusya-ABD hattında bir süreç…
Esed bir piyondur.
Rusya-İran ittifakına tanınan geniş manevra alanının nedeni, İsrail’in kalıcı güvenliği için zorunlu görünen “Sünni soykırımının” tamamlanmasını sağlamalarıdır.
Kasım Süleymani’yi kullanma süresi dolunca, tıpkı DEAŞ lideri Ebu Bekir el-Bağdadi örneğinde olduğu gibi ABD öldürdü. İran ise, bu suikastın intikamını ABD veya İsrail’e yönlendirmedi, İdlib’deki masum Sünni Müslümanlar’ın başına yağdırdığı füzelerle sergiledi, ne alaka?..
Rusya-İran ittifakının Suriye coğrafyasında gerçekleştirdiği Sünni soykırımının ABD-İsrail ittifakını hiç rahatsız etmemesini nasıl değerlendirebiliriz?
Bu, suç ortaklığıdır.
Rusya-ABD hattı belli ki, Müslüman coğrafyanın azınlık kimliği olarak İran’ın kolay kontrol edilebileceğini, Batı Asya’da özellikle Türkiye liderliğinde güçlenecek bir çoğunluk hareketinin ise belirleyici kimlik taşıyacağını görüyor.
ABD’nin İdlib’te yaşanılanlara karşı(ymış) gibi davranıp, “kınıyoruz, ama askeri müdahale düşünmüyoruz” açıklamaları bunun açık örneğidir.
Aslında, -Türkiye hariç- herkes bu soykırımdan memnundur ve güç devşirmeyi sürdürmektedir.
Rusya, Batı Asya’da müstemleke sahibi oldu.
İran, Sünni nüfusun boşalttığı kadim topraklara bölgenin her köşesinde topladığı Şii’leri yerleştiriyor.
ABD, Suriye parçalanmasını körükleyerek PKK terör devletine yol açıyor.
İsrail, bölgedeki Sünni çoğunluğun erimesiyle sınırlarını genişletme garantisi kazanmış oluyor.
Suudi-BAE ittifakı, bölgenin demokratikleşmesini askıya almanın rahatlığını yaşıyor.
Suriyeli o yetim çocuklar, omuzlarında bu kadar büyük bir yükü taşıyorlar.
Soykırımcı sisteme dur demek…
Yaklaşık 2 milyon mülteci bir kez daha Türkiye sınırına doğru ilerlerken bile, Avrupa’nın sürdürdüğü sessizlik, ki, bu durum en çok onların güvenliğini ilgilendiriyor, çarpıcıdır.
Türkiye küresel güçlerin sürdürdüğü bu soykırımcı strateji karşısında yalnızdır.
Zaten, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn, Umman, Sudan’ın doğrudan Siyonizmin kontrolüne girdiği, Libya ve Yemen’in savaşla parçalandığı, Irak-Suriye-Lübnan hattının ise İran’a teslim edildiği bir dünyada Türkiye’nin kalabalık olması imkansızdır.
İsrail’in kalıcı güvenliğini Batı Asya’daki Sünni çoğunluğun yok edilmesine, Müslüman coğrafyanın da Şii-Vehhabi –sözde- gerginliğine bağlayan bir vahşet politikasıyla karşılaştık…
Bu, bir gerçektir, bunu yazmak beni “Sünnici” yapmaz sadece “gerçekçi kimliğimi” güçlendirir.
Bu gerçeği teşhis edip buna göre stratejiler geliştirmek de önemlidir.
Yıllardır, gözlerinin önündeki bu vahşeti saklamaya çalışıp, ortalığa “Sünnici dış politika” yalanıyla dökülenleri şimdi daha iyi anlıyorum.
Emperyalizmin vahşi stratejisini perdelemeye çalışan sıradan işbirlikçilermiş…