Beşar Esad’ın bir Türk gazetesine verdiği röportaj üzerinden yürüttüğü psikolojik savaş, birilerini hayli etkilemiş olmalı. Nitekim hemen Esad’ın dümen suyuna girip, ‘Türkiye yanlış yaptı, adam haklı’ diyenlerin sesi duyulmaya başlandı.
Zaten Esad’ın amacı da bu. Hem uçağın düşürülmesiyle başlayan gerginliği kendi lehine çevirmek, hem de Türkiye’nin iç dengelerinde zaaf olarak gördüğü noktaları kaşımak.
Şam yönetimi, krizin/ayaklanmanın başından itibaren, kendi içinde sorunu sahici olarak çözüme kavuşturacak adımlar atmak yerine, hemen her gelişmeyi ‘dış kaynaklı’ tanımlamayı tercih etti. Bölgesel ve uluslararası düzeyde kendisine destek veren aktörler de bu okumayı kolaylaştırdı, hatta yer yer meşrulaştırdı.
Bir parantez: Uçağımızın düşürülmesinin ardından başlayan gerginlikte İran, olabildiğince geride durmaya özen gösteriyor. Bunun iki anlamı var. Hem yakın bir tarihte yeniden tırmanacak nükleer gündemde Ankara’yı tekrar yanında görmek istiyor. Hem de Rusya’nın arkasında durmayı kendisi açısından daha uygun bir rol olarak tanımlıyor.
Türkiye yalnız mı?
Bu sorunun cevabı önemli. Çünkü krizin başından itibaren tezini en açık biçimde ifade eden Ankara oldu ve şimdilik bu durum onu yalnızlaştırmış görünüyor. Nitekim Beşar Esad Ankara’nın tezini ‘İhvan’a düşkünlük’ şeklinde yorumluyor. Esad ve bu coğrafyadaki kaosun aktörleri gayet iyi biliyor ki, Suriye’de yapılacak bir seçim, o ülkenin değerlerini öne çıkaracak ve bunların temsili konusunda İhvan’ın merkezi bir rolü var.
Bu rolü inkar etmek bugüne kadar Mısır’a çok zaman kaybettirdi. Bakalım Suriye konusunda ‘Eline kan bulaşmamış bir Esad’ arayanlar bunu ne zaman farkedecek. Beşar yönetimini ve Suriye’yi ‘direnişin kalesi’ diye göstermeye çabalayanları, Türkiye’yi ‘mezhep temelli politika izlemek’le suçlayanları hiç saymıyorum bile.
Tezi doğru ve istikrar getirici olan Türkiye; umut edelim ki bunu daha fazla kan dökülmeden anlama şansımız olsun. Irak ve Afganistan örnekleri bunu yeterince söylemiş olsa da, Suriye üzerinden tekrarını yaşamak gerçekten çok acı.
Kürtler Suriye’nin şifresi
Şu sıralarda Türkiye içinde hız kazanan tartışmaların, önemli ölçüde Suriye’yle ilgili olduğunu da dikkatten kaçırmamak gerekiyor.
Bazı yabancı mahsus teşkilatların kapısında bekleşip duvarlarına kulaklarını dayayarak bilgi ve istihbarat toplayanlar ne derse desin, Türkiye’nin Kürt sorununda barışa belki de en yakın olduğu dönemdeyiz. Ne örgütün belli bir kanadının süreci sabote eden eylemleri, ne barış adına ortaya çıkan her sesi susturmaya kalkanların çabaları, bunu değiştirmeye yetmeyecek.
İstihbaratçılık oynayanların hükmü bir yere kadar ve hepsi gelip geçici. Asıl sorun, Türkiye Kürtlerini temsil iddiasında olanların, süreci anlamama konusundaki inatları ve öngörü noksanları.
Bu ülkede ayrılıkçı Kürt tezlerine, Kürtçü akımlara ilgi göstermeyen ve sayısı düşünülenden çok daha fazla olan sessiz Kürtler var. PKK, bu kesimleri politize edemediği için onları ya yok sayıyor ya da güçsüz göstermeye gayret ediyor. Böylece masada kendisini Kürt sorununun yegane muhatabı olarak görüyor/gösteriyor.
Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki sessiz Kürtler, tıpkı Türkiye’nin diğer sorunlarında öne çıkmayan, ama yeri geldiğinde sözünü söyleyen ‘sessiz çoğunluk’ gibi, kaderini bu ülkeyle bir ve bütün olarak görüyor.
PKK/BDP hattında siyaset üreten herkesin, bir kere daha bunlar üzerinde düşünme vakti. Türkiye yoluna devam edecek; onlarsız yola çıkmak gibi bir niyeti ya da gizli gündemi de olmadı bugüne kadar.
Yarın da olmasın diye herkese fedakarlık düşüyor.