Uluslararası politikanın ne kadar sürprizlere açık olduğunu ve bazı ülkelerin bir kez geri dönüşsüz yola girdiğinde ne kadar şaşıracağını anlamak için, Suriye’nin önceki gün açtığı belaya bakmak yeterlidir.
Bir ülke düşünün, dünyaya karşı güvenin büyük ölçüde yitirmiş, bölgede sahipsiz kalmış... Her geçen dakika rejiminin aleyhine işlemekte ve finalin daha dramatik olacağına dair işaretler çoğalmakta.
Böyle bir rejim, hiç bulaşmaması gereken bir ülkenin uçağını düşürüyor.
Bir an gerekçelerinin doğru olduğunu kabul edelim... Türkiye’nin jeti hava sahasını ihlal etmiş olsun. Böyle bir durumda verilecek cevap ateş etmek değil, ikaz etmektir. Esad yönetimi ikaz etmek yerine ateş ederek dünyaya karşı berbat bir halkla ilişkiler faaliyetine daha yol açıyorsa bunun tek açıklaması, şaşkınlıktır. Şam yönetimin sağduyusunu büyük ölçüde yitirdiği ve politik şuursuzluk halinde bulunduğudur.
6 yıl önce kendisini açık bir Amerikan saldırısından kurtaran ülkenin uçağını düşüren bir yönetimin ceza-i ehliyetinden söz etmek zordur.
Buna rağmen son cümleyi baştan söyleyelim. Bu saldırı kesinlikle bir savaş sebebi değildir. Türkiye, özellikle bir Müslüman Arap ülkesiyle harp edecek değildir, etmemelidir de.
Sorumsuz adımlar Ankara’yı öfkelendirebilir ama atılacak adımlar öncesinde; Suriye’de ne yaptığını bilen bir yönetim olduğunu varsaymak yanlıştır.
Suriye, bugün dünyada hemen hemen her ikili görüşmede liste başıdır. Halkına karşı giderek artan dozda ölüm yağdıran ve uyarılara kulak asmayan bir devlettir. Son çare olarak sunulan BM planını da uygulamayan bir yönetimin her türlü hataya açık olması şaşırtıcı değildir. Seksenin üzerinde ülke Baas rejiminin defterden silmiştir. Esad, her geçen gün kendi sonunu hazırlayan hatalar biriktirmektedir. Halkına silah doğrultan bir yönetimin bu saatten sonra geri dönüşü ve kendini makul seviyeye çekebilmesi de mümkün değildir.
Rejim, kendi hazırladığı kaçınılmaz finale doğru hızla koşmaktadır.
Türkiye ise zaten bu gerçeğin dünyaya anlatılması konusunda üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır. Hatta daha fazlasını yapmıştır. Bir yıl öncesine kadar çok çok iyi ilişkiler içerisinde bulunmasına rağmen bunu korumak yolunu tercih etmemiş, büyük mesai harcadığı dostluğun bitirilmesi pahasına, zamanı geldiğinde Esad’a kapılarını kapatmayı bilmiştir.
Türkiye’nin bu süreçte aldığı risk bir başka ülkenin tavrıyla da kıyaslanamaz. Sınır güvenliğinden ticari ilişkilere kadar birçok üniteyi birden, ilkeleri adına feda etmiştir.
Bir başka ifadeyle Türkiye zaten yapabileceği “müdahale”yi kimseyi beklemeden erken saatte yapmıştır.
Dünyanın Suriye sorunuyla ilgilenmesinde Türkiye gibi Esad’a en son itiraz edecek bir ülkenin baştan gösterdiği duyarlılığı büyük rol oynamıştır.
Pres devam etmeli ve edecektir de. Özellikle, Rusya ve İran gibi Baas sponsoru ülkelere yönelik diplomatik ikna faaliyeti sürmelidir. Dahası, ABD’yi de hatta tutmak için girişimlerin devamı gereklidir.
Ancak, daha fazlası Türkiye’nin sorumluluk alanına girmez.
Kritik olan nokta şudur. Bir jetinin Suriye tarafından düşürülmüş olması affedilecek bir olay değildir ama büyük resme bakıldığında, Türkiye’nin oyun planını değiştirmemelidir.
Baştan beri meşruiyet çizgisinde kalan, hukuk ve ilkeler adına hareket eden bir ülkeye yaraşan, ateşin yükseldiği anlarda soğukkanlılığını koruyabilmektir.
Nitekim, Türkiye’nin daha ilk andan itibaren yaklaşımı da bu gerçeğin farkında olunduğunu gösteriyor. Zira hükümet, karşısındaki yönetimin halet-i ruhiyesinin de psikolojisinin de farkındadır.
Unutmayalım ki, Erdoğan ve ekibi Esad yönetimini çok iyi tanımaktadır. Karşılarındaki rejimin sınırlarını çok iyi biliyor. Yol haritalarını bir çılgınlık (veya hata, veya sinsi bir hamle) karşısında değiştirmeyecek kadar dosyaya hakim oldukları bir sır değildir.