Suriye’de çözüm hâlâ çok uzakta. Üstüne üstlük bu ülkedeki rejimin devrilmesi ortak arzusunun bir araya getirdiği uluslararası blok çatlamış durumda. Bizde “bu işin arkasında Amerika var” diye düşünenler hep oldu ama Washington’un en başından beri Suriye’deki rejimin değişmesi konusunda aşırı hevesli olmadığını görenler görüyordu.
ABD bir taraftan Suriye’deki Esed yönetiminin değişmesini ve bunun için muhaliflere destek verilmesi gerektiğini savunan müttefiklerine “haklısınız” diyor, öbür taraftan ise bu işin gerçekleşmesi için üzerine düşeni yapmaktan geri duruyordu. O günlerde “yarı resmi” kanallardan “Suriye’deki rejimin daha demokratik bir yönetimle değişmesi arzusunu paylaşıyoruz; mamafih bu işi ABD’nin yapması gerekmiyor. Bölgedeki müttefik güçler, özellikle de Suudi Arabistan ve Türkiye, bu işi kendi imkânlarıyla yaparlarsa memnun oluruz” mealinde mesajlar veriliyordu.
Türk kamuoyu bu mesajları pek görmedi; bu işin arkasında Amerika var yorumları devam etti. Washington ise bu süreç boyunca yavaş yavaş dozunu arttırarak “El Kaide tehlikesi”ni gündeme soktu. Rejimin değişmesine itirazımız yok ama yerine nasıl bir yönetimin geleceği konusunda endişeliyiz diyorlardı. İşaret ettikleri gruplar daha ziyade Suudi Arabistan kontrolünde olduğu söylenen gruplardı. Ne var ki kısa süre önce Suudların Suriye muhalefetinin çatı örgütlerini tümüyle kontrol altına alma taleplerini de yine ABD destekledi ve muhalefetin yönetim ve temsil yapılarını Riyad’daki istihbaratçıların dizayn etmesi için üçüncü ülkeler ikna edildi.
Suudlar belki de “biz meseleye el koyarsak bu işi kısa zamanda bitiririz” diye düşünüyorlardı ama öyle olmadı. Tafsilatı biliyorsunuz. Bunun üzerine Suudlar Amerikan müdahalesinin tek çare olduğunu gördüler. Tam da bu esnada rejim güçlerinin kimyasal silah kullandıkları ortaya çıktı. ABD’nin daha önce açıkladığı kırmızı çizgiydi bu. Obama yönetimi fazla düşünmeden Suriye’yi vurma sinyali verdi. Ama bu işte yardımcı olarak “bölgedeki müttefikleri” değil, Avrupalı ortaklarını yanına çağırdı. Zaten Fransızlar bombardıman uçaklarının motorlarını çalıştırmışlardı bile. Sonra ne olduysa oldu; önce Fransızlar ve İngilizler, ardından Amerikalılar bu işten vazgeçtiler. Washington meseleyi çözmek için Rusya ile masaya oturmaya karar vermişti. Ama bu karar “bölgedeki müttefiklerinde”hayal kırıklığı yarattı.
Bu sırada -belki de Rusya anlaşmasının devamı mahiyetinde olarak- İran’la arasını düzeltme hamlesine de girişince, Obama yönetimi Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleri nazarında neredeyse düşman konumuna yerleşti.
Aslına bakarsanız Ankara da Suriye krizinin çözümünde ABD’den başka türlü bir katkı bekliyordu ama ortaya çıkan yeni politikaya karşı Türkiye’nin tavrı Körfezdekiler gibi olmadı. Ayrıca ABD’nin İran’la arasını düzeltme girişimlerine paralel olarak biz de uzunca zamandır aramızın limoni olduğu -buna mukabil hem Tahran’ın hem de Washington’un desteklediği- Irak yönetimiyle barışma yönünde adımlar attık. İran’ın dışişleri bakanı ülkemize geldi ve özellikle Suriye konusunda sıcak mesajlar verdi.
Bunlara bakarak bazılarımız “yeni oluşan konjonktürde Türkiye’nin Suriye ve İran politikaları değişiyor”şeklinde yorum yaparsa meseleyi doğru analiz etmiş olur mu? Bence olmaz.
Elbette Türkiye’nin özellikle bölgesel ilişkilerinde daha esnek bir dış politika izlemesinde fayda var. Ancak akıldan uzak tutulmaması gereken gerçekler de var. Suriye krizi sürecinde Türkiye batılı müttefikleriyle ters düşecek adımlar atmadı. Tek başına hareket etmeye -bu konuda ciddi iç ve dış tazyikler de olmasına rağmen- hiç heves etmedi. Diğer yandan Suriye konusunda karşı saflarda yer aldığımız Rusya ve İran’la başka alanlardaki ilişkilerimizi bozmamayı başardık. Zaten İran’ın Körfez ülkeleri için oluşturduğu tehdit bizi birinci dereceden ilgilendiren bir konu değil.
Vaktiyle bu hükümetin İran konusunda ABD ile ciddi ihtilaf yaşadığını da unutmamalı. Dolayısıyla Türkiye’nin İran’la ilişkilerini bugünkü ABD-İran yakınlaşması bağlamında değerlendirmek yanlış olur.
Suriye politikamızın değişimi konusuna ise yarın devam edelim...