Suriye’deki isyan iç savaşa dönüştüğünden bu yana Türkiye hariç Suriye muhalefetinin yanında yer alan neredeyse bütün aktörler pozisyon değiştirdi.
Zaman gazetesi, “ABD’nin Türkiye’yi gözden çıkardığını” ‘müjdelediği’ seri haberlerinden bilmem kaçıncısını “Artık bırakalım da ‘değerli yalnızlığın’ tadını çıkarsınlar” başlığıyla verdi. Oysa Gülenci kalemlerin pek çoğu daha isyanın en başında ABD gelsin ve havadan Esed’ın askeri noktalarını bombalasın görüşündeydi.
İran’ın Suriye, Lübnan ve Irak’taki gücünden, etkisinden hatta fiili varlığından Türkiye’nin yeterince haberdar olmadığı yönündeki eleştiriler başka, ama ABD ve Türkiye’deki muhiplerinin Suriye muhalefetine bakışlarındaki değişim öyle böyle değil.
Ve tabii başından beri Esed ve Baas rejiminin yanında hizalanan ve bunu sözde anti-emperyalizmle meşrulaştırmaya çalışan “içimizdeki Baasçılar” ve doğrudan Esed’e çalışanlar zaten alınları lekeli olarak dolaşıyorlar.
Alınlarında Esed’in öldürdüğü çocukların kanları var. Evsiz yurtsuz kalmış milyonların ahı var üzerlerinde.
Duvarlara “rejim er geç değişecek” yazdığı için tutuklanan ve öldürülen çocukların isyanıydı Esed’in içindeki katili hortlatan, onu babasının kılığına sokan.
Ve tabii ki daha ilk günden itibaren İran’ın Suriye’de savaşan bir güç olarak yerini alması ve sanki kendi sınırını koruyormuşçasına Suriye’yi muhaliflerden temizleme azmiyle Esed’e omuz vermesi.
Esed katliamıyla ölenlerin sayısı henüz onbinlerle anılıyorken, savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınanların sayısı daha 200-300 binlerdeyken Kilis’teki bir kampı ziyaretimizde gazeteci kılığına girmiş Esed ajanları kulağımıza fısıldamaya başlamıştı.
Esed işi sıkı tutmuştu yani, daha ortada IŞİD falan yoktu üstelik. El Nusra’nın ne kadar İslamcı olduğundan kelli Suriye muhalefeti hakkında kötü propaganda yapılıyordu. İçimizdeki Baasçılar bugün IŞİD için söylediklerinin benzerini o zaman da Suriye muhalefeti içindeki İslami rengini koyu buldukları gruplara yöneltiyor ve Türkiye’yi de onlarla yardım ettiği için sağa sola şikayet ediyorlardı.
Kara propaganda makinesi alabildiğine hızlı çalışıyordu.
İran’ın Şiiliği düpedüz araçsallaştırmak suretiyle saldırgan bir dış politika oluşturduğunu, bir zamanlar, sırf Lübnan’daki Şiilere ulaşabilmek adına Nusayriliği ‘gulat’ saymaktan bile vazgeçtiğini akılda tutarsak İran’ın bugün Şii yayılmacılığı olarak okuduğumuz agresyonunun ne kadar köklü olduğunu anlamak da mümkün olacaktır.
Şiiliğin araçsallaştırıldığı bir mezhepçi politika izliyor İran, tabii ki buradan görebildiğimiz monoblok yapısıyla.
IŞİD’in kime-neye hizmet ettiği artık kabak gibi ortadayken, Esed’in elini güçlendirecek her aktörü meşrulaştırmak ve Müslüman katletmek dışında bir işe yaramamışken hala IŞİD üzerinden Türkiye’yi mahkum etmeye çalışmak gerçeklerle algıların savaşını seyretmek dışında bir anlam ifade etmiyor.
Suriye’de Esed’in hizmetinde büyük başarılar gösteren Kasım Süleymani’ye methiyeler düzen içimizdeki Baasçılar azıcık samimi olsalardı, “Türkiye Suriye’deki iç savaşı İran ile birlikte durdurabilir” cümlesini çok daha önce kurarlardı.
Suriye’nin dostlarının birer birer arazi olduğu bir vasatta Suriye, Irak’ın ve güneyimizdeki bütün Arap-İslam coğrafyasının Batı için hali hazırda potansiyel tehdit üreticisi olmaya devam etmesi ise Türkiye’yi bir kez daha haklı çıkartıyor.
ABD ve İran yakınlaşmasına bel bağlayanlar da çok sevinmesinler, İsrail orada durduğu müddetçe ve İran halkı da “İsrail ve ABD şeytanı” ile uyutulduğu müddetçe bu yakınlaşmanın Suriye Baas’ını ayakta tutacağını zannetmek fazla hayalci bir yaklaşım.
Esed eninde sonunda bir savaş suçlusu olarak yargılanacak.
Ama galiba ilk göreceğimiz acı gerçek şu olacak: Nasıl ki Irak oğul Bush’a mezar oldu Suriye’de Obama’ya mezar olacak, Obama derken Demokratlara...