Geçen hafta İngiliz savunma beyin takımı RUSI (Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü), üyeleri ve politika üretenler için bir Suriye Kriz Brifingi yayınladı. Raporda, birkaç sürpriz vardı ve Batılı bir güvenlik kurumunun Arap baharı sonrası Ortadoğu’yu nasıl algıladığına dair değerli içgörüler içeriyordu.
Rapora katkıda bulunanlar, Suriye’de diplomatik bir çözüme ulaşmak için fırsat penceresinin kapandığı ve krizin artık Esad ve onun nasıl devrileceği ile ilgili olmadığı konusunda hemfikirdiler. Artık kriz, ateşlenen ve şimdi de ülkeyi saran mezhepçi bir iç savaşın bölgesel sonuçları ile ilgili.
Suriye’deki olaylar, Hizbullah’ın silahlı olduğu ve Esad tarafından desteklendiği Lübnan’ın istikrarını etkiledi bile.
RUSI raporu, Batı’nın müdahaleleri için tüm olasılıkları göz önünde tutuyor. Görünürde ‘birkaç Batı başkentinde’ bunun için hazırlık yapılsa da, topyekun bir işgal pek olası sayılmaz. Bunun tek sebebi Rusya ve Çin’in böyle bir hamleyi kesinlikle veto edecek olmaları değil. Aynı zamanda muhalif gruplar, istikrarlı ve alternatif bir rejim tesis etmek için fazla bölünmüş durumdalar ve işgal kuvvetleri, uzun soluklu bir direnişle karşı karşıya kalabilirler.
Yine de Suriye’nin tahminen 1000 tonu bulan kimyasal silah stoğu ve uluslararası terör gruplarının buna el koyma ihtimali, gerekirse askeri bir müdahalenin gerekçesi olarak masada duruyor.
Şu anda bir İngiliz donanma birliği Doğu Akdeniz’de. Rapor, Rus ve İran gemilerinin de rejime silah sağlamak ve aynı zamanda yaptırımların aşılmasına yardımcı olmak üzere denizde olduklarını belirtse de, denizde bir abluka ihtimaller dahilinde.
İdlib’de, Türk sınırına yakın, muhalif güçlerin toplanıp eğitilebileceği bir ‘Korunmuş Bölge’ üzerinde de tartışıldı. Rapor, böyle bir önlemin ‘açıkça askeri yaptırım sınırında olduğunu’ kabul ediyor.
***
Batı atıl kalıp, yalnız ne yapılacağı üzerinde tartışırmış gibi görünürken; İngiliz, Fransız ve ABD Özel Kuvvetleri’nin aslında aylardır Suriye’de operasyon yaptığını öğreniyoruz.
‘Radara yakalanmayan’ operasyonlar; muhalefete silah ve bilgi verme, muhalefete finansal destek ve istihbarat sağlama, sabotaj, darbeyi kışkırtma ve ayrılığı desteklemeyi de içeriyor. Bunun yanı sıra Türkiye’nin güneyindeki CIA yetkilileri, Suudi ve Katar silahlarının, Suriye’deki karmaşayı ciddi anlamda sömüren uluslararası Cihatçılar’ın değil, doğru isyancıların eline geçmesini garantilemek için aktif olarak müdahale ediyorlar.
Bu esnada bölgede yaygın bir çözülme söz konusu ve kimi yorumcular Batı’nın bundan çıkar sağlayabileceğini ileri sürüyor. Batı’nın stratejik erişim ve petrol taleplerini engelleyebilecek güçlü hükümetler arzu edilmiyor. Albay Kaddafi’nin Libya’sı ve Esad’ın Suriye’si gibi, İran da bu kategoriye giriyor.
1921 ve 1936 yılları arasındaki Fransız mandası sırasında Suriye, etnik ve mezhepsel hatlarda beş eyalete bölündü. Sömürge dönemindeki ‘böl ve yönet’ prensibi iyi anlaşıldı fakat bu aynı zamanda, efsanevi Ortadoğu uzmanı ve tarihçi Bernard Lewis’in 1979’daki İran Devrimi’ne yanıt olarak ortaya attığı ‘Bernard Lewis Planı’nın da anahtarı. Bölgede kilit bir müttefik olan Şah’ın kaybı ile karşı karşıya kalınca Lewis; Ortadoğu’yu küçük, savaşan devletlere bölmek üzere azınlık gruplarını, ulusal bağımsızlık için ayaklanmaları için etkin biçimde destekleyecek, gizli bir ABD dış politikası önerdi.
Fransız mandası sona erdiğinde, Suriye halkı tüm azınlıkların haklarını güvence altına alan çoğulcu ve laik bir devleti tercih etti. Şimdi yeni bir bölünme ile yüz yüzeler.
Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler, beş vilayetin kontrolü için mevcut kargaşadan istifade etti ve şimdi Iraklı kardeşleri gibi özerk bir bölge istiyorlar. Aynı zamanda ayrılmış bir Alevi devletinden bahsediliyor. Üç Sünni vilayeti de bağımsızlık talep ediyor.
Bu bölgesel akımın bir parçası. Irak; ülkenin kuzeyinde ilerleyen bir Kürt Devleti, güneyde Şiiler ve batı ve kuzeybatıda Sünniler ile bilfiil bir bölünme yaşadı bile. Esad’ın ayaklanmayla baş etmek üzere görevlendirdiği güvenlik ve askeri güçler ve genel bir mezhepçilik, güvensizlik ve korku iklimi ile; dar, yerel gündemlere dayanan organizasyonlar ve milis kuvvetleri peyda oldu. Tam da bunun gibi koşullarda patlak veren Lübnan iç savaşı 15 yıl sürmüştü. Lübnan’ın nüfusu sadece beş milyon iken Suriye nüfusu 23 milyon ve bunun on yıllarca sürecek bir kabusa dönüşmesi olası.
Türkiye ve İran’da; Sünniler, Şiiler, Kürtler ve diğer azınlıklar arasında benzer gerilimler var. İran, Hizbullah ve Irak ile Esad rejimi arasında ve isyancılarla Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer Sünni devletler arasında gerçekleşecek temsili yüzleşmenin bir sonucu olarak Suriye krizinin uluslararası hale gelmesi tehlikesi gerçek ve mevcutken, sivil mezhep çatışmasının ihraç edilebileceği korkusu da gittikçe artıyor.
Batı’nın, ne Libya ve Suriye’nin bölünmesi için mevcut gidişatı, ne de buna sebep olan gerilimleri kasten kışkırttığını iddia etmiyorum. Ne yazık ki bölge halkları bunu kendi kendilerine yapıyor.
* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.