Bir politikanın başarılı ya da başarısız ilan edilmesi ne zaman ve nereden bakıldığına bağlıdır; ayrıca mutlak başarı ve mutlak başarısızlık diye bir durumdan söz etmek de zordur. Devletler bazı konularda başarılı olurken bazı konularda başarısız olabilirler. Mesele, o devletin nihai beklentilerine ne oranda yaklaşabildiği meselesidir.
Türkiye’de dış politikanın başarılı ya da başarısız olduğu yolunda tartışmalar yapılıyor. Tartışmaların içeriğine bakılırsa, ülkenin hedef ve amaçları konusunda kamuoyunun fazla bilgi sahibi olmadığı ya da edindiği bilgiler karşısında ikna olmadığı anlaşılıyor. Özellikle Suriye konusunda hükümetin eleştirilmesine yol açan koşullardan birisi bilgilendirmeyle ilgili. Tabi ikna olmamaya yemin etmişler bu kapsama dahil değiller.
Türkiye’nin kimlerin yönetmediği ya da nasıl bir Suriye görmek istediği konusu kısmen açık. Ancak görmek istediği Suriye ile ilgili çıkarların, beklentilerin, projelerin ne olduğu kamuoyunda fazla bilinmiyor. Bu durumda da Türkiye’nin neden Suriye sorunlarına bu denli dahil olduğu sorusunun yanıtı, iç politikanın dar koridorlarında aranır hale geliyor.
Uzun vadeli beklentiler
Türkiye’nin uzun vadeli beklentileri konu edilmeden atılan adımların başarısını tartışmak anlamlı değil. Üstelik Suriye’de kriz devam ediyor, iç savaşın tarafları sürekli yeni ittifaklar kuruyor, oyuncular hızla yer değiştirebiliyor, mücadele araçları da değişip duruyor. Dolayısıyla başarı ya da başarısızlığı şu aşamada ölçmek anlamlı değil.
Bununla birlikte, başarı konusunu tartışmalı hale getirebilecek bazı konuların, Türkiye’nin uzun vadeli Suriye beklentisinin açıklığa kavuşturulması çerçevesinde ele alınmasına ihtiyaç var.
Türkiye, Suriye’de Türkiye ile ‘en fazla gözetilen ülke’ düzeyinde ilişki kurup serbest ticareti, kültürel hareketliliği, stratejik işbirliğini kim sağlayacaksa ve ülkede istikrarsızlığı kim engelleyebilecekse onun iktidar tesis ettiği bir Suriye oluşmasını istiyor. Zamanında Esad önerileri kabul etseydi, bu rolü o oynayacaktı; bugün Türkiye yeni muhatabını arıyor. Dolayısıyla kim ya da hangi gruplar ileride sırtını Türkiye’ye dayayacak bir Suriye sözü verirse, Türkiye onu destekliyor.
Ancak bu noktada ikinci bir sorun ortaya çıkıyor; zira Türkiye’ye söz veren kesimler, tıpkı Esad gibi, fikir ve saf değiştirip duruyorlar.
Uzun vadeli müttefikler
Bu durumda dış politikaya yönelik eleştiriler, Türkiye’nin sürekli desteklediği kesimi değiştirdiği yolunda oluyor; bunun nedenlerinin de kamuoyuna izah edilmesine ihtiyaç var. Diğer bir ifadeyle Türkiye, rejim yanlıları da dahil, tüm gruplardan hangilerine ne kadar yakın ya da uzak durma ihtimali bulunduğunu kamuoyuna hissettirmek durumunda. Suriye Alevileri buharlaşmayacaklarına, Kürtler yok olmayacaklarına göre, ileride onlarla da muhatap olmayı gerektirecek bir yapı kurulabilir. Üstelik radikal gruplar da kendilerine iyice yer açabilirler. Dolayısıyla kamuoyu, Türkiye’nin etnik ya da dini tercihlere göre değil, ‘aşırılıklarla mücadele’ önceliğine dayalı politika uyguladığını anlatması gerekiyor.
Bir diğer eleştiri konusu ise Türkiye’nin kendi güvenliğini tehlikeye atmış olmasıyla ilgili. Fırsatlar iyi bilinmediğinden, alınan riskler öne çıkıyor; dolayısıyla eleştiriler risk ve zararlar üzerinden yapılabiliyor.
Büyük fotoğrafa bakıldığında risk ve fırsatlar daha net görülebilir. Ancak bu kez de bu büyük fotoğrafta Türkiye’nin yalnız olmadığı gerçeği ortaya çıkıyor. O zaman Türkiye’nin hangi oyuncularla ve ne ölçüde ortak davrandığının, tek başına maceralara atılmadığının da kamuoyuna anlatılması ihtiyacı doğuyor.