Suriye meselesini anlamak için galiba daha önce Libya’da ne olduğuna dönüp bakmak lazım. Çünkü “Suriye Libya’ya benziyor”. Bundan bir yıl önce Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, benim de bulunduğum bir toplantıda o günlerde patlak veren Libya meselesini değerlendirirken bu ülkenin özel şartlarını göz önünde tutmak gerektiğini belirterek “Libya Mısır’a ve Tunus’a benzemiyor. Tunus ile Mısır birbirine benziyor. Libya ile Yemen birbirine benziyor” demişti.
O gün Suriye kimsenin aklında olmadığından gündeme gelmedi. Ama bugün rahatlıkla söyleyebiliriz ki Suriye Libya’ya benziyor. Zaten Libya olayları başladıktan çok kısa bir süre sonra Suriye de karıştı. Dahası Suriye meselesini bugüne getiren süreç Libya ile başladı. Libya müdahalesi Arap Baharı sürecini sekteye uğratan bir sabotaj oldu.
Arap Baharı aslında doğal bir dönüşüm süreciydi. Bölge ülkelerinde sömürge yönetimlerinin ardından iş başına gelen rejimler artık birçok yönden çürümüştü. Kendi halklarıyla çatışarak ayakta duran bu zorba rejimlere dayanan bölge düzeni de miadını doldurmuştu. Tunus’ta veya Mısır’da ayağa kalkan insanlar hem ülkelerinin hem bölgelerinin bir tür anomaliden kurtulmasının yolunu açtılar. Onun için bu halk hareketlerini “dış müdahale” ürünü saymak haksızlık.
“Amerika düğmeye bastı, olaylar gelişti” diye bir analizi ciddiye alırsanız, “ABD’nin böyle bir gücü olsaydı beğenmediği o kadar rejimi şimdiye kadar ayakta tutar mıydı?” sorusuna cevap veremezsiniz. Elbette hiçbir uluslararası güç bu bölgede olup bitenleri seyretmekle yetinecek değil. Elinden geldiğince müdahil olmak, kendi menfaatleri yönünde manipüle etmek isteyecektir. Ama “iç dinamik”lerin müsaadesi olmaksızın dış güçlerin bir ülkedeki sosyal gelişmenin yönünü belirlemeleri imkânsızdır. Arap Baharı’nın yeşerdiği ülkelerin sosyal şartları bir yenilenme ihtiyacını dayattığı için halk hareketleri başarıya ulaştı.
Gelgelelim bu süreç Libya olaylarıyla birlikte büyük ölçüde rayından çıktı. Onun için diyorum, Libya müdahalesi Arap Baharı sürecini sekteye uğratan bir sabotaj olarak tarihteki yerini aldı.
Tunus’ta ve Mısır’da barışçı halk hareketleriyle sonuç alınmış; halkın kararlılığı karşısında direnemeyen köhne diktatörlükler devrilip gitmişti. Belki sıra diğerlerine geliyordu. Ama derken Libya’da silahlı bir muhalefet hareketi ortaya çıktı. İngiliz ve Katar askerleri eşliğinde savaşan bu grupların yönetimi devirmeye gücünün yetmeyeceği anlaşılınca da batılı ülkeler doğrudan askeri müdahalede bulunarak Kaddafi rejimini yıkmışlardı.
Libya Müdahalesi sonrasında bir siyasi muhalefet hareketinin ne olursa olsun arkasına batı desteği almaksızın başarılı olamayacağı kabulü zihinlere yerleşti. Libya müdahalesinin en büyük kötülüğü de bu oldu. Arap Baharı sona erdi.
Türkiye başlangıçta batılı güçlerin Libya’ya yönelik hesaplarına karşı çıktı. Libya’ya yönelik bir dış müdahaleye sıcak bakmadığını açıkladı. Ama batılı güçlerin müdahale konusundaki kararlılığını görünce işin dışında kalmanın zararlarının daha büyük olabileceğini hesaplayarak taktik bir adım attı. Müdahalenin bir NATO operasyonu çerçevesine sokulmasını sağlayarak işin içine dâhil oldu.
Suriye konusunda da Türkiye’nin başlangıçtaki tutumu Libya’da olduğu gibiydi. Sonraki süreçteki tavrı da yine benzer şekilde oldu. Suriye’nin Libya’dan farkı ise batılı güçlerin yönetimi değiştirmek için harekete geçmekten sonradan vazgeçmiş olmaları. Bu durumda bizim de yeni bir strateji benimsememiz gerekir mi, bunu tartışmamız lazım.