Suriye üzerinden süren uluslararası mücadele, Hule Katliamı sonrasında yeni bir aşamaya tırmandı. İçinde çoğunluğu Batılı olarak tabir edilenlerin olduğu bir grup ülke, diplomatik misyonlarını geri çekme ve ülkelerindeki Suriyeli diplomatları da ‘istenmeyen adam ilan etme’ kararı aldılar. Bu karar, söz konusu ülkelerin Suriye ile artık konuşacak hiç bir şey kalmadığını; diğer bir ifadeyle sözün bittiği yeri ifade ediyor.
Ancak bu tutuma taraf olmayan ülkeler var ve başında da Rusya geliyor. Diplomatik araçların terk edilmesi sonrasında Suriye yönetimine karşı askeri caydırma yöntemlerinin gündeme geldiği söylenebilir. Sorun, askeri yöntemlerin kimlerle ve nasıl kullanılacağı konusunda. Rusya’nın Suriye konusunda ‘esas oğlan’ olduğu düşünülürse, buradaki temel tartışmanın askeri önlemlerin Rusya ile mi Rusya’sız mı olacağı ile ilgili.
Ahmedinejad’ın Hule katliamının sorumlularının cezalandırılması gereğine dikkat çektiği hatırlanırsa, Rusya’nın da Suriye rejiminin arkasında durmakta giderek zorlandığı söylenebilir.
Rusya’yı ikna süreci
Suriye’deki durum vahimleştikçe, Rusya’nın bu iktidarı neden hala desteklediği konusunda meşru bir gerekçe bulması zor hale geliyor. Bugüne kadar Rusya, Batı ya da kabaca NATO’nun kendi etki alanına giren bir bölgeye daha, tıpkı Balkanlar, Gürcistan ya da Ukrayna’daki gibi müdahale ettiğini ve kendisini stratejik olarak çevrelediğini ileri sürüyordu. Suriye dışındaki bölgelerden belirli pazarlıklar çerçevesinde çekilmeyi kabul eden Rusya’nın Suriye konusunda sürdürülen ‘ikna’ sürecinden tatmin olmadığı anlaşılıyor.
Rusya’nın ‘öteki’ olduğu ya da olması gerektiği konusunda Birleşik Krallık’ın geleneksel çizgisini sürdürdüğü, Obama’nın ise Rusya ile birlikte yöntemini tercih ettiği söylenebilir. Bugüne kadar bu iki siyaseti Sarkozy ile Merkel dengelemeye çalışıyordu; ancak Almanya dengeyi Rusya lehine bozmuştu. Bugün ise yeni cumhurbaşkanı ile Fransa, Rusya’ya esas sorunun Çin’de olduğunu ve bu nedenle işbirliğine ihtiyaç olduğunu anlatmaya çalışıyor. Tabi kastedilen işbirliği, Rusya ile tek tek bazı Avrupa ülkelerinin kuracağı işbirliği değil, bir bütün olarak NATO ile ya da BM Güvenlik Konseyi’nde sergilenecek işbirliği.
Türkiye’nin pozisyonu
Rusya’nın ikna edilmesi halinde, Suriye’de rejimin yıkılacağına şüphe yok, ancak yerine ne kurulacağını kimse garanti edemiyor. Kimbilir belki Esad ve ailesinin Rusya’nın bir bölgesine ‘kaçmaları’ sağlanabilir, ardından çatışan taraflar arasında ateşkes ilan edilebilir, sonra da Lübnan ya da Kıbrıs’taki gibi BM Barış gücünün oluşturduğu, içinde Türkiye’nin de yer aldığı hatlar kurulabilir. Bu ihtimal akıllara denetimli bölünme senaryosunu getirse de, muhtemelen insanların ölmemesi bakımından anlamlı bir seçenek.
Rusya’nın ikna edilmesi halinde en fazla rahatlayacak ülkenin Türkiye olduğu biliniyor. Dolayısıyla, oyuna Rusya’nın dahil edilmesi ve uluslararası barış gücüne dayanan senaryolara Türkiye karşı çıkmıyor. Bu, develerin güreşip çimenlerin ezilmesi sürecine son verebilir; Türkiye’nin cepheye itilmesinin önünü kesebilir ve hem İran-Türkiye ilişkilerinin hem de Türkiye-AB ilişkilerinin normalleşmesine katkı sağlayabilir.
Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye konusunda ne tür bir siyaset uyguladığını sormaya gerek bulunmuyor; müttefikleriyle ve Rusya dahil komşularıyla ilişkileri bozmayacak ne yol varsa, onu önerip o konuda çaba sarf ediyor.
Bu durumda ana muhalefet partisinin iddia ettiği gibi Batı taşeronu olarak değil, Batı ile işbirliği içinde davranıyor ve bu arada müttefiklerinin de hata yapmamasına gayret ederek bir siyaset yürütüyor. Batılı müttefikleriyle birlikte davranmayan bir Türkiye, CHP için daha mı makbul olurdu orasını anlamak kolay değil.