Suriye’de ayaklanma neredeyse 1.5 yıldır devam ediyor. Ölü sayısı şimdiden 17 bini geçti. İşkence ve katliamlar artarak devam ediyor. Bu hızla giderse önümüzdeki yıl “Suriye’de ölü sayısı 50 bini geçti” cümlesini bile kurabiliriz. Öldürülenler genelde çatışmalar ile doğrudan ilgisi olmayan masum insanlar. Esed Rejimi silah sesi gelen mahalleyi basıyor ve toplu halde o bölge halkını cezalandırıyor. Çünkü rejim dar bir azınlığa dayanıyor ve yaşananları ölüm kalım savaşı olarak görüyor.
Paris Zirvesi
Uluslararası toplum ise Suriye’deki gelişmelere karşı organize olmaya çalışıyor. Türkiye’nin de aktif rol aldığı Suriye Halkının Dostları Zirvesi Tunus ve İstanbul’dan sonra 3. buluşmasını 100’den fazla ülkenin katılımı ile Paris’te gerçekleştirdi. Zirvede gerekirse askeri güçle müdahaleyi içeren BM Şartı’nın 42. maddesinin devreye sokulması bile istendi. Ayrıca muhaliflere yapılan yardımın “büyük ölçüde” artırılmasına, iletişim araçları sağlanmasına karar verildi. Katılımcılar tarafından Esed’e iktidarı bırakması çağrısında da bulunuldu.
Bu zirvelerin üçüncüsü Fas’ta gerçekleştirilecek, ancak herkes biliyor ki Rusya ve Çin Esed Rejimi’ni destekledikçe nispeten daha az kanlı ve ekonomik olarak daha ucuz çözümler bulabilmek oldukça zor. Bundan dolayıdır ki ABD Dışişleri Bakanı Clinton Paris’te “Rusya ve Çin verdikleri desteğin bedelini ödemelidir” dedi. ‘Rusya ve Çin’in ödeyebileceği bedel nasıl olur’ derseniz ‘siyasi açıdan Arap dünyasının ve Müslüman ülkelerin bu iki ülkeye tavır alması, Batı’da ise iki ülkeye karşı bazı kısıtlamaların getirilmesi şeklinde olabilir’ derim. Ne var ki Suriye’ye bile müeyyide uygulamakta zorlanan bir ABD’nin Rusya ve Çin gibi iki dev güce bedel ödetmesi kolay görünmüyor.
Zararı Türkiye’ye
Diğer taraftan Suriye’de kriz devam ettikçe bundan en büyük zararı Türkiye görüyor. Düşürülen uçak zararlardan sadece biri. Esed’in Şam’daki süresi ne kadar uzarsa Türkiye’nin göreceği zarar da artacak. Bazı yorumculara göre Esed iktidarda yıllarca da kalabilir. Biliyorsunuz Saddam Hüseyin Körfez Savaşı’ndan sonra 10 yıldan daha fazla bir süre iktidarda kalmayı başarmıştı. Üstelik Irak’a karşı çok ağır BM Güvenlik Konseyi yaptırımları söz konusuydu ve askeri müdahalede de bulunulabiliyordu. Esed ise, en azından şimdilik, Rusya ve Çin’in koruyucu kanatları altında istediği her katliamı yapabiliyor.
Meseleye başka bir açıdan bakıldığında ise Suriye rejimi, Saddam Hüseyin kadar bile şanslı değil. Çünkü Irak’ta bugün Suriye’de olduğu gibi aktif, kitlesel ve silahlı bir direniş söz konusu değildi. O günlerde Kürtler birazcık kafayı kaldırdılar, ayaklanacaklarına bin pişman oldular. Suriye’de ise kan gövdeyi götürüyor. Beşar Esed her geçen gün sadece Alevilerden oluşan dar bir çember tarafından ve sadece şiddet kullanılarak korunmaya çalışılıyor. Söz konusu çember her geçen gün daralıyor. Çünkü söz konusu azınlığın ülke nüfusuna oranı sadece % 12. Ayaklanmaları götüren Sünnilerin oranı ise % 75’in üzerinde tahmin ediliyor.
Paris Zirvesi’nde alınan karar doğrultusunda muhaliflere silah akışı çeşitlenir ve artar ise Esed, Saddam Hüseyin kadar bile dayanamayabilir. Rusya ve Çin’in Suriye’ye olan desteği de bu gidişatı durduramaz, sadece uzatabilir ve çok daha kanlı hale getirebilir. Başka bir deyişle Esed’in Saddam gibi 10 yıl daha iktidarda kalması ihtimalini oldukça düşük görüyorum. Buna karşın daha önceki yazılarımda olduğu gibi uyarmadan geçemeyeceğim, Suriye’de çok ama daha çok kan akacak, çünkü savaşanlar sadece Suriyeli aktörler değil, arkalarında dev güçler var.
Türkiye açısından ise uyarılarımızı tekrar tekrar hatırlatalım: 1) Suriye’de en ön saflarda yer alınmamalıdır, 2) Az konuşup çok çalışılmalıdır, 3) Asla yalnız kalınmamalı, özellikle Arap dünyası (sadece Suudlar değil) daha çok devreye sokulmalıdır, 4) Suriye’yi silahlandıran ülke imajının oluşturulmasına izin verilmemelidir, 5) Açıklamalar daha yumuşak olmalı, içinde barış ve istikrar kelimeleri daha çok geçmelidir.