ABD ve Avrupa devletleri, Suriye cephelerinde savaşan İslami gruplardan nefret ediyorlar.
İslami gruplar halk nezdinde muteber olduğu için Suriye’de demokrasi fikrinden de nefret ettiklerine eminim; sandıktan Hamas’ın çıktığı Filistin demokrasisinden nefret ettikleri gibi.
Irak-Şam İslam Devleti ve Nusret Cephesi gibi El Kaide bağlantılı / meşrepli gruplar hariç, Suriyeli mücahit örgütleri devrimden sonra halkın tercihine itibar edeceklerini söylüyorlar, mesela bu örgütlerin en büyüğü olan Ahrar-uş-Şam “Biz tabii ki İslam devleti istiyoruz, fakat halka dayatmada bulunmaya karşıyız” diyor; yine de Batılı devletler için Suriye’deki esas ‘öcü’, katliamcı Esed rejimi değil, İslamcılar.
ABD eski Dışişleri Bakanı Clinton “Suriye Devrimi’ni fundamentalistlerin çalmasına izin vermeyeceğiz” demişti, ABD Ankara Büyükelçisi Riciardone de “Suriye’de muhalefet saflarında gücünü arttıran Müslüman Kardeşler’den rahatsızız” diye açıklama yapmıştı, hatırlayalım.
Dünyanın en mutedil İslami hareketlerinden biri olan İhvan-ı Müslimin’e bile tahammül edemeyen koyu kâfirlerle karşı karşıyayız.
ABD’nin “Devrimden sonra Baasçı kadroları bütünüyle dışlamak doğru olmaz” deyip durarak, tıpkı Irak ve Libya’da (ayrıca Gezi’de) olduğu gibi laik ulusalcı kadrolara bel bağladığını faş ettiği de malum.
Hal bu iken, son günlerde estirilen rüzgâra aldanarak ABD ve müttefiklerinin Suriye’yi diktatörlükten kurtarmaya dönük bir askerî harekâta girişeceklerine inanmamız beklenmemeli.
Bir müdahaleleri olacaksa, bu müdahale muhakkak şerre dönük bir müdahale olacaktır.
Şerleri hayırlara tebdil eden Allah Azze ve Celle elbette ki böyle bir müdahaleyi lehimize çevirebilir; bunu göz önünde tutmakla beraber, Suriye meselesini İslam dünyasının kadim düşmanlarına havale etmenin kabul edilir şey olmadığını belirtmekten geri durmamalıyız.
***
Suriyeli devrim savaşçıları, ülkelerini kendi elleriyle kurtarmaya azimli olduklarını ve bunu başarabileceklerini ispat ettiler.
Ne var ki, onları, zafer yürüyüşlerinin orta yerinde zafiyete düşürdük.
Cephelerde rüzgâr onlardan yana eserken ve Esed ordusu dağılmanın eşiğine gelmişken, zalim rejime nihai darbeyi indirmelerine matuf nitelik ve nicelikte silah yardımı yapmaktan, silah depolarımızı onların ihtiyaçları için ardına kadar açmaktan geri durduk.
İran’ın varını yoğunu ortaya koyarak Suriye cephelerine bizzat ‘el koymasını’ bekleyerek yokuşa sürdük işi.
İşin bu noktaya varmasını engellemek, işi vakitlice bitirmek için daha hızlı ve daha cesur hareket etmemiz gerekiyordu; bunu yapmadık.
Çok şey yaptık, bütün dünyanın yaptığından çok daha fazla şey yaptık, ama en çok yapılması gereken şeyi yapmadık; geç oldu, güç olacak, fakat devrimcilerin şahlanıp Esed rejimine nihai darbeyi indirebilmesi için hiç değilse bundan sonra yapalım.
Riskse risk!
Zaten boğazımıza kadar riske battık ve başka çaremiz de yoktu.
Öyle veya böyle savaşa girmiş bulunuyoruz ve girdiğimiz savaşı kazanmak için ne gerekiyorsa -meşruiyet dairesi içinde- yapmaya mecburuz.
Herkes Türkiye üzerinden Suriye’ye giden Suud ve Katar silahlarından bahsediyor; bu devletler silah göndermeseydi Suriyeli devrimcileri silahsız mı bırakacaktık yani?
Suriye’yi ne Suud’un insafına terk edebiliriz ne de Batılı devletlerin.
***
Tekrar:
Suriyeli devrim savaşçılarına (Ahrar-uş-Şam gibi fevkalade etkili ve aynı zamanda gayet mutedil gruplardan başlayarak) hem nitelik hem de nicelik bakımından SINIRSIZ silah ve mühimmat yardımı için düğmeye basılsın artık!
“Ya silahlar El Kaide’nin eline geçerse?” gibi çekinceler varsa, silahların yanında onların nerede ve nasıl kullanıldığını denetleyecek elemanlar da gönderilir, olur biter.