Geçtiğimiz hafta Türkiye’de iki önemli belge yayınlandı.
Birincisi 2013-2015 Orta Vadeli Program (OVP) idi; Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan açıkladı.
İkincisi ise AB Komisyonu’nun Türkiye’ye ilişkin yayınladığı 15. İlerleme Raporu.
Haftanın muhtemelen en çok konuşulan en önemli konusu ise Suriye meselesi oldu.
AB Komisyonu’nun yayınladığı İlerleme Raporu bence çok dengeli bir rapor, Türkiye’ye yönelik övgüler ile eleştiriler beraber gidiyorlar, muhtemelen bu durum da Türkiye’nin dinamiklerinin bir sonucu ama Türkiye’ye yönelik eleştirileri de hafife almamak lazım, bu eleştirileri maalesef dünya piyasaları da hafife almıyorlar.
Suriye meselesinin özünde Türkiye’nin, siyasal iktidarın çok haksız olmadığını düşünüyorum ama son günlerde çok duyduğum bir ifadeyle biraz da müzik başlamadan sahneye, dans etmeye fırlamış gibi bir halimiz de yok değil.
Siyasal iktidarın, TBMM’nin Suriye ile savaşa girmek gibi bir çılgınlığın içine düşeceğine hiç ihtimal vermiyorum ama yaşananlar, sınıra yığılan tanklar, Genelkurmay Başkanı’nın sınırda yaptığı yumruk şovu, kimse, bence başta da hükümetin hiç arzu etmeyeceği bir savaş eşiğinde ülke görünümünü herkese veriyor.
Bu görünümü ilk algılayanlar da yine muhtemelen küresel piyasalar.
Haklı ya da haksız, küresel piyasalar Türkiye’ye baktıklarında AB ilişkileri soğuyan, iktidar partisinin çok önemli bir milletvekilinin AB İlerleme Raporu’nu ekranlarda yere fırlattığı, ülke içinde AB üyeliğine desteğin her gün azaldığı, Suriye ile anlamsız ve tek başına savaş eşiğine gelen, tankların sınıra yığıldığı bir Türkiye görüyorlar.
Bu imaj gerçeği ne kadar yansıtıyor bilemem ama devir imaj devri, bunu unutmayalım; üstelik, imajlar da durup dururken oluşmuyorlar, bunu hiç unutmayalım.
Allaha çok şükür, son senelerde bu saçma sapan söylem değişti, pek duymuyoruz ama bir zamanlar, mesela 80’li, 90’lı yıllarda siyasilerden hep “ülkemizin imajını değiştirmemiz lazım” sözünü duyardım; akıllarına neden imajı değil de imajı oluşturan gerçeği değiştirmek gelmiyor diye de şaşardım, sonraları sevimsiz gerçeğin üzerine daha şirin bir imaj oturtmanın işlerine çok daha fazla geldiğini iyi anladım.
AB ile işleri rölantiye almış, Suriye ile savaş söylentileri ayyuka çıkan bir ülkede aynı zamanda büyüme oranları da düşüyor.
2013-2015 OVP’de öngörülen büyüme oranları AB ülkelerinin çok üzerinde, dünya ortalamaları ile çakışıyor ama gelişmekte olan ülkeler ortalamasının da altında.
OVP’nin 2013 için öngördüğü büyüme oranı yüzde 3.2, 2013 için yüzde 4, 2014 ve 2015 için öngörülen oran ise yüzde beş.
Lafı evirip çevirmeye gerek yok, bu oranlar Türkiye’yi kesmeyecek oranlar.
Bu oranlar işsizliği yeniden yükseltecek, gelir bölüşümünü bozucu oranlar.
Hiçbir siyasal iktidar da bunu istemez.
Yüksek büyüme her şeyin başıdır, bunun için de tasarruf gerekir.
Türkiye’nin içtasarruf üretimi yapısal olarak yetersizdir, küresel tasarruf çekemediğimiz ölçüde ülkemiz düşük büyümeye mahkumdur.
Yüksek büyümeye yetecek küresel tasarruf çekebilmek için ise en yapılmayacak şeyler ise AB ile ilişkileri rölantiye almak, küresel piyasalarda ülkenin adının savaşla beraber anılmasına, haklı ya da haksız olarak, neden olmaktır.
Üstelik, evet üstelik, muhtemel yeni sivil anayasa referandumunu saymaz isek bile, önümüzde üç sandık, yerel seçimler, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri varken.
Sevaplarına, günahlarına, hatta son zamanlarda biraz fazla artan hatalarına rağmen AK Parti Türkiye’nin yegane parti gibi partisidir, lideri de çok önemlidir.
Yapılan hatalar, AB ile rölantiye alınan ilişkiler, savaş ortamı ve bunlara bağlı olarak azalacak dış tasarruf akışı ve düşen büyüme bu nedenden siyaseten de çok önemlidir.
Hükümetin düşen AB söylemi belki bir yerlerden gelen oylarda bir artış sağlar ama aynı durum büyümeyi olumsuz etkilediği ölçüde de oy kaybettirir.
Siyasal iktidar hesaplarını iyi yapmalıdır.