Gel de gülme... ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan “Terörizm 2018 Ülkeler Raporu”nda, “Türkiye’nin FETÖ'yü terör örgütü olarak tanımladığı” belirtilirken FETÖ elebaşı Fetullah Gülen için “Sürgünde din adamı” ifadesi kullanılmış.
Bizim bildiğimiz Fetullah Gülen, “sürgün” olarak ABD’ye gitmedi.
İnziva ihtiyacı da söz konusu değildi.
Tedavi olacaktı.
Sonra Türkiye’ye dönecekti.
Bize böyle anlatmışlardı.
Bir diğer ifadeyle, böyle “yedirmişlerdi...”
Gerçek sonradan ortaya çıktı.
Fetullah, meğer, bir “CIA aparatı”ymış ve bir darbe için mahfuz tutuluyormuş. Daha doğrusu, vaktin saatin dolması bekleniyormuş.
Bu cümleden olarak, şu soruya net bir cevap verebiliriz:
15 Temmuz kimin eseriydi?
Darbe için hevese gelen ve TSK içinde örgütlenen bir grup Haşhaşi’nin mi, yoksa darbe geçmişimizin patronaj koltuğunda oturan müttefikimiz Amerika Birleşik Devletleri’nin (yani CIA’nın) eseri miydi?
Cevap çok açık:
15 Temmuz bir “CIA girişimi”ydi ve aparat olarak da Fetullah Gülen çetesi kullanıldı.
Başka türlüsü mümkün mü?
Bugüne kadar yapılmış bütün darbelerin arkasında stratejik ortağımız ve “dostumuz” Amerika’nın parmağı vardır...
Mesela, kendilerine “sosyalist” süsü veren bürokrat artığı dangalaklar 27 Mayıs’la övünürler, bu darbeyi “devrim” sayarlar (bu darbenin “devrim” olduğuna ilişkin Anayasa Mahkemesi’nden karar çıkartmışlıkları bile vardır), darbecilerin yaptığı anayasayı “gelmiş geçmiş en özgürlükçü anayasa” kabul ederler ama 27 Mayıs en sofistike tarafından kotarılmış bir Amerikan darbesi olduğunu hatırlamak istemezler.
Devrimci zevzeklikleri bırakıp, darbeci Sami Küçük’ün hatıratını okusunlar.
Küçük, NATO’dan “görevle” Türkiye’ye döndüğü gün darbe hazırlıklarına başladıklarını anlatıyor. (1955’ler filan...)
Menderes, ağır sanayi tesisleri için Sovyetler Birliği’yle kredi anlaşması imzalamasaydı, sadece bir “tarım ülkesi” olarak kalmamıza rıza gösterseydi darbe olmayacaktı. (Demişlerdi: Sanayileşmek sizin neyinize? Mis gibi tarım ülkesi olmak varken...)
9 Mart’çıları İngiliz İstihbarat servisi ortalığa saldı.
Bir anlamda deşifre olmalarını sağladı.
Gerekli “gerekçe” oluşunca 12 Mart’ta CIA devreye girdi ve işlerini bitirdi.
12 Mart’ın “beklenen devrim” olmadığını çözemeyen sosyalist zevzekler, durum anlaşılıncaya kadar “övgü yarışı”na girdiler. Memduh Tağmaç’ın (Nihat Erim’i kullanarak) indirdiği “Balyoz” darbesiyle sersemleyince de “faşizm” edebiyatına sardırdılar.
12 Eylül zaten bir CIA darbesidir.
Bunu da, bir zamanların İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş’e sorsunlar. CIA ajanı George Alexander Peck’i “iş üstünde” (darbe şartlarını oluştururken) enseleyip deport eden (yani ülkesine postalayan) odur. CHP’lidir ama yiğit bir siyasetçidir.
28 Şubat da bir Amerikan darbesidir.
Bunu bilmeyene kız bile vermiyorlar.
Rahmetli Erbakan, fazla ileri gittiği (yani D-8 projesini başlattığı) için indirildi.
Başarabilselerdi, 15 Temmuz da, bir “Amerikan darbesi” olarak sıralamada yerini alacaktı.
Peki, “sürgündeki sümüklü” Fetullah ne olacaktı?
Ne mi olacaktı?
Büyük bir törenle Türkiye’ye dönecekti ve Akın İpek’in inşa ettirdiği Ankara’daki kraliyet makamına (bir tür gölge Cumhurbaşkanlığı makamına) yerleşecekti.
Sonra?
Memlekette büyük hukuk cinayetleri başlayacaktı ve başta liberal aydınlarımız olmak üzere, Taha Akyol gibi “muhteremler” buna “hukukun üstünlüğü” diyeceklerdi!