Ak Parti’nin Afyonkarahisar’daki istişare toplantısının en hareketli gündeminin, “çözüm süreci ile ilgili sıkıntılar” olduğu konusunda kuşku yok. Abdülkadir Selvi’nin dünkü Yeni Şafak’taki yazısı, Ak Parti milletvekillerinin çözüm sürecini nasıl kaygıyla izlediklerini açık seçik ortaya koyuyordu.
Evet, çözüm sürecinin barış ve kardeşlik adına hayati bir proje olduğu noktasında şüpheleri yoktu ama, bu sürecin Doğu - Güneydoğu’da örgüte alan derinliği kazandırdığı kaygıları da yabana atılamazdı.
Bölgede iktidar partisi olarak Ak Parti’nin bile siyaset yapma alanı olabildiğince daralmıştı. İçişleri Bakanı’nın “Alan hakimiyeti örgüte geçti” şeklinde bir söz söylemediği açıklanmıştı, ama şimdilerde yazarlık yanında Başbakan danışmanlığına da getirilen Etyen Mahçupyan’ın “Bölgede kamu düzeni KCK’dan soruluyor” tespiti de, yabana atılır bir tespit değildi ve kısa sürede hemen herkesin referansı haline gelmesine bakılırsa, herkesin zaten böyle bir kaygı içinde olduğu gerçeğini ifade ediyordu.
“Kamu düzeni ve bölge” ilişkisinin, bir süredir Başbakan Davutoğlu’nun ana gündemini oluşturmasına bakılırsa, Hükümetin, bu alanda çözüm sürecini zehirleyecek bir durum olduğu kanaatini taşıdığı sonucuna varabiliriz.
Ama acaba bu kanaat, Kobani kalkışmasından sonra mı oluştu, yoksa çok daha önce oluşan bölge gerçeği 40’ı aşkın insanın hunharca katledilmesinden ve vandallık gösterilerinden sonra, S.O.S niteliği mi kazandı?
Bu hususu şu iki soru çerçevesinde değerlendirmekte fayda var:
- Hükümet alanda olan biteni göremedi mi?
- Hükümet alanda olan biteni aslında gördü ama, çözüm süreci hatırına göz mü yumdu?
Terör örgütünün bölgedeki alan derinliğinin kabul edilemeyeceği noktasında toplumdaki hassasiyetin Hükümetçe de paylaşıldığı muhakkaktır. Yani Hükümetin, çözüm sürecinin böyle bir sonuç doğurması gibi bir düşüncesinin olmayacağı, çözüm sürecinin örgüte böyle bir alan sunmasının hedeflenmediği kesindir. Hedefin örgütün silahtan arandırılması ve nihai anlamda tasfiyesi olduğu da kesindir.
Ama, örgütün böyle bir tasfiyeye razı olmayacağı, sürecin içinden kendisini bir şekilde kalıcı kılacak bir sonuç üretilmesini hedefleyeceği de biliniyor.
Halka gelince, orada, “ülkenin Doğusunda - Batısında çözüm süreci olsun, kan dursun, evlere genç insan cenazesi gelmesin, analar ağlamasın, ama bu örgüte güvenilmez, dikkatli olunsun ve süreç örgütün bölgede daha da yerleşmesine zemin hazırlayacak bir aldatılmaya dönüşmesin”, yaklaşımı vardı. Bizim İç Anadolu’daki bütün ziyaretlerimizde, halkın yaklaşımı bu idi. Kimse kanın durmasına itiraz etmiyor, acıların dinmesini gerekli görüyor, ama “kaygı”yı da elden bırakmıyor, “Ülke bir oyuna getirilmesin” şerhini düşüyordu.
Ben Hükümetin hassasiyetinin de bu çerçevede olduğu inancındayım, hatta gezilerimiz sırasında “Güvenlik kuvvetlerimiz tatile çıkıyor değil, onlar silahı bırakmıyor, bir güvenlik sorunu olduğunda devreye girecekleri muhakkak” gibi güven verici sözler söylüyordum.
Aslında, Hükümet için konu, olağanüstü bir hassasiyeti gerekli kılıyordu. Silahlı yapının hesabını Hükümetin bilmemesi mümkün değildi. O zaman tedbirler de alınacaktı.
Bugün...
Çözüm sürecinin üzerinden iki yıla yakın zaman geçtikten sonra...
Evet kan durdu, çatışma yok.
Ama bir ülke tarihi için iki yıl çok uzun bir zaman sayılmaz. Ama iki yılın içine giren hesaplar, ülkenin geleceğini tahrip edecek bir mahiyete bürünebilir.
Hükümetin bir süredir, çok ciddi anlamda çözüm süreci değerlendirmesi yaptığını görmekteyiz. İki yılda alanda ne oldu, örgütün alan derinleşmesi denilen hadisenin gerçek boyutları nedir, örgütün alan derinliği çözüm sürecini bile tahrip edecek bir meydan okuma boyutunda ise buna nasıl gelindi, hem Hükümetin, hem bölgedeki mülki erkanın ve güvenlik birimlerinin yaşadığı problem nedir, bütün bunlar masaya yatırılmış olmalıdır.
Belki de örgüte “Aklından bile geçirme” denilecek alanlar vardı ve bu denmediği için, ya da zamanla hassasiyet çözülmesi yaşandığı için örgüt, uluslararası konjonktürün içinde Türkiye’nin, Hükümetin zaafa düşeceği zehabına kapılmış ve olmayacak hesaplara yönelmiştir.
Son söz olarak, düşünüyorum ki, bu hesapların önünü kesmek, çözüm sürecinin ana formatını dosta-düşmana bir kere daha hatırlatmak noktasındayız. Bu, örgütün yanlış hesaplara girip yeniden Kürt çocuklarını ateşin içine atmaması için de hayati önemdedir.