Eşzamanlı çözüm için kolların yeniden sıvandığı şu sırada, ‘terör’ ve ‘Kürt sorunu’ ile ilgili görüş açıklayan yorumculardan“Başkası dikkat çekse de benim yazmama ihtiyaç kalmasa” hasretiyle beklediğim bir konu var...
Genellikle bir terör örgütüne silâh bırakmayla sonuçlandırılacak süreçler herkesin gözü önünde yürütülmez. İngiltere... Fransa... İspanya... Sri Lanka... Kolombiya... Ve daha nice devlet, önce sıkı sıkıya ‘gizli’ tutulan bir süreç başlattılar, çok taraflı müzakereleri yürüttüler, ne zaman iş kamuoyu desteğini kazanmaya geldi, işte o zaman, o da gıdım gıdım sızdırılan bilgilerle, konu geniş kitlelerle paylaşıldı...
İngilizler, IRA ile müzakereleri, Muhafazakâr Parti’nin iktidarı döneminde, John Major’un başbakanlığı sırasında başlattılar; İşçi Partisi iktidara geldiğinde uzlaşma henüz ufukta görünmüyordu; Başbakan Tony Blair selefinin bıraktığı noktadan görüşmeleri devam ettirdi.
Kördüğüm ‘silâhların bırakılması’ konusunda ortaya çıktı. Tahmin edilebileceği gibi, İngiltere devleti, IRA militanlarının elinde bulunan bütün silâhların bırakılmasını istiyor, buna karşılık terör örgütü “Ya devlet bize kazık atar, anlaşmaya aykırı davranırsa” endişesiyle silâhlarını teslime yanaşmıyordu.
Peki ne oldu? Olanı 5 Mayıs 2004 tarihli Kulis’te yazmışım: Edward de Bono’yu çağırdılar... İsterseniz o Kulis’ten birkaç paragraf aktarayım:
“Edward De Bono 15 yaşında üniversiteye girip 21 yaşında doktorasını tamamlamış bir dâhi. 22 yaşında Oxford Üniversitesi'nde ders vermeye başlamıştı. Oxford ve Cambridge üniversitelerinden üç, Harvard ve Londra üniversitelerinden birer olmak üzere tam beş bilimsel derecesi bulunuyor. İlgi alanı ‘farklı düşünme tekniği’ olan de Bono'nun pek çok eseri Türkçe'ye de çevrilmiş bulunuyor...
“Yukarıda İngiliz hükümeti ile IRA arasındaki ihtilâfı aktardım. İki taraf 'silâh' konusunda kilitlenmiş durumdayken, nasıl olduysa birinin aklına, ‘Konuyu bir de Edward de Bono'ya danışalım’ fikri geldi. De Bono, tarafları da dinledikten sonra, o ana kadar kimsenin düşünemediği ancak ifade edildiğinde ‘Ne kadar da basit’ dedirten 'farklı bir formül' ile ortaya atıldı: ‘İngiliz hükümetinin kendisine teslim edilmesini istediği silâhları, IRA, satarak elinden çıkartsın...’
“Hükümete, ‘Sizin derdiniz IRA'nın elinde silâh kalmaması değil mi; bu yolla kalmıyor işte’ derken, IRA'ya da, ‘Satıştan elde ettiğiniz parayı, anlaşma bozulup yeniden silâha ihtiyaç duyduğunuzda o amaçla kullanırsınız; hiçbir sorun çıkmazsa, parayı, İrlanda'daki sosyal programlar için kaynak yaparsınız’ aklını verdi de Bono...
“Dediği gibi yaptılar...
“Malta'da yaşayan bilimadamının felsefesi ‘Çözüm bulunmayacak sorun yoktur; yeter ki, eldeki verilere ve klasik düşünce kalıplarına takılıp kalmayalım’ biçiminde özetlenebilir. 'Farklı formül' arayışı, çözümsüzlüklere çözümü -hatta çözümleri- gündeme getirebilir...”
Kıssadan hisse şu: Çözüm yoluna girmiş bir süreci hayırlı sona erdirmek için her aklı devreye sokmak gerekebilir; akıl akıldan üstündür çünkü...
Yeni sürecin daha önce hiçbir ülke tarafından denenmemiş neredeyse ‘şeffaflık’ denebilecek bir biçimde sürdürülmesi, zorunluluktan... Oslo süreci ‘gizlice yürütüldüğü’ gerekçesiyle birileri tarafından berhava edilmek istendi. Anladığım kadarıyla, aynı birilerinin elinden gerekçeyi almak için ‘aleniyet’ kararı verildi.
Riskli elbette sürecin ‘aleni’ götürülmesi, hem de çok riskli... En büyük riski de, ağzı olanın konuşması yüzünden insanların aklının karışması...
En başta “Benden önce başkası yazsa” diye aktardığım kaygım da bu nokta zaten: Yetkili sanılan ağızlardan çıkan “Şunu yaparız, şunu yapmayız” türü, sonucu şimdiden belirlemeye kalkışan erken açıklamalar süreci yeniden akamete uğratabilir...
Acaba müzakereler yürür, mesajlar gidip gelirken iktidar çevrelerinden kimseler kamuoyu önünde konuşmasa, sadece desteği alınmak istenenler bilgilendirilse nasıl olur? Yeterince konuştular zaten...
Başkası yazmayınca uyarı da bana düştü.