Ankara’nın Barzani üzerinden yaptığı büyük hamle, gerçekten tüm boyutlarıyla anlaşılabildi mi? Muhalefetin, özellikle de bu konudaki tavrını inanılmaz bir öfkeyle ortaya koyanların ne söylediğini bir kenara bırakalım. Peki gerçekten ekranlarda, meydanlarda veya herhangi bir zeminde bu hamleye ve onun arkasındaki ‘siyasi akıl’a destek verenler, sahiden ne olup bittiği hakkında bir fikir sahibi olabildiler mi?
Doğrusu bundan o kadar emin değilim. Hatta pek umutlu da sayılmam. Daha önceki pek çok örnek, atılan adımların, gerçekleşen devasa hamlelerin yeterince anlaşılmak bir yana, unutulduğunu gösteriyor bize. Buna kimsenin hakkı yok; çünkü bahse konu olanlar, siyasetin gündelik duruşunu ve çerçevesini fersah fersah aşan bir gelişmeler.
Önce bu değişimi gerçekleştiren iradenin nasıl şekillendiği üzerinde durmak yararlı olabilir. Türkiye, uzun zamandır benim daha çok tercih ettiğim tanımla ‘devlet aklı’nı yeniden inşa ediyor. Bu inşa faaliyeti, sanıldığından çok daha sancılı ilerliyor. Hele bu aklı oluşturan unsurlar arasındaki görüş ayrılıkları, hatta çatışmalar görünenden daha derinse.
Nitekim bugün ittifak halinde olması gereken kesim ya da çevrelerin sıkça çatışma noktasına gelmesi bunun ifadesi.
***
Değişim aynı zamanda bazı alışkanlıkların terk edilmesiyle ilgilidir. Neredeyse iki asra yakın zaman diliminde ortaya çıkan korkular, kayıplar, geri çekilmeler, yenilgiler üzerinden şekillenen ‘devlet aklı’, cesaret ve hamle şöyle dursun; korku duvarlarının ardında bir dünyada yaşamaya mahkum etti hepimizi. Şimdi o duvarların, elbette önce zihin dünyamızda aşılıp, yeni bir yola girmenin arifesindeyiz.
Türkiye’de özellikle bir siyasi parti, hemen her gelişmeyi ‘devletin bekası’ üzerinden okumayı tercih ediyor. Bu endişeleri tümüyle yok saymaktan yana değilim. Aksine yeni ‘devlet aklı’nın sahiplerinin bu endişeleri de gidermekle yükümlü olduğunu düşünüyorum. Ama keşke bu endişeler üzerinden siyaset üretenler, samimi bir çabayla bunların giderilmesine katkı sağlamaya da hazır olsalardı.
Aksine öfkeyi tırmandırmak, sürekli ayrılıktan ve bölünmeden söz etmek, acaba Türkiye’nin bütünlüğüne nasıl bir katkı sağlar; anlamak zor doğrusu.
***
Diyarbakır’da geçtiğimiz hafta sonu ortaya çıkan tabloda öncelikle teslim edilmesi gereken bir hak var. Türkiye’de hiçbir siyasi lider, üstelik önünde bu kadar kritik bir seçim zinciri varken, böyle bir hamleye cesaret edemezdi Bu hamlenin ‘seçim hesabı’yla yapıldığını söyleyenler, risklerle getirileri tartmadan konuşuyorlar.
Diyarbakır’daki manzara bize çok açık bir gerçeği yeniden söylüyor. Artık Ankara’nın siyasi sınırlarına sığması, başka bir ifadeyle geri çekilmesi mümkün değil. Siyasi sınırlarımız içinde kalarak kendimizi güvende hissedeceğimizi iddia edenler, ne tarihten, ne coğrafyadan ne de en azından yakın coğrafyamızın dinamiklerinden haberdar görünmüyor.
Gelelim en baştaki eleştiriye. Bu sürecin önemine inananlar, duygusal tablolar çizenler; sakin ve kararlı bir duruşla Türkiye’yi bekleyen zorluklara hazırlıklı olmalı. Sadece bir örnek olsun diye yazıyorum. Mesela bu gelişmelerin bizi neredeyse doğrudan yeni bir siyasi, ekonomik ve kültürel entegrasyona götürdüğünü ve bunun çok ciddi yüzleşmeler gerektirdiğini ne kadar dikkate alıyoruz.
Alacağız ya da almak zorunda kalacağız. Tercih bizim.