7 Haziran seçimlerinin önümüze koyduğu tablonun bir erken seçim olduğunu en erken söyleyen kişiydi MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli. 7 Haziran’da gece yarısına çok az kala çıkmıştı kameraların karşısına ve mevcut tablonun bir erken seçimi işaret ettiğini ifade etmişti.
O günden bu güne çok kere yazılı ve sözlü beyanı oldu Bahçeli’nin. Giderek erken seçim seçeneğini öteleyen beyanlardı bunlar. Ak Parti-CHP koalisyonunu önceleyen, hatta kuşku uyandıracak bir iştiyakla CHP-Ak Parti koalisyonu için gaz veren bir yaklaşım içine girdi Bahçeli.
Kendisini izleyenlere “açık bir kapı da bırakıyor sanki” dedirtmekten de geri durmadı. “Bütün seçenekleri hele bir tüketin bakalım” der gibiydi. Fakat bu, Bahçeli’nin MHP tabanının taleplerine sırt çevirmeyeceğini düşünenlerin iyi niyeti olarak kaldı.
Bu iyi niyetli okumanın bir sebebi de Bahçeli’nin son dakika ters köşe yapacağına dair naif inanıştı. “Bahçeli her an bir sürpriz yapabilir” yanılgısı...
Oysa Bahçeli’den beklenen sürpriz değil siyasetin rasyonel okumasının götüreceği rasyonel sonuçtu. Zira bütün seçenekler tükenmiş, AK Parti ve CHP, 40 saate yakın görüşmelerinin neticesinde uzun süreli ya da seçime odaklı bir koalisyonda anlaşamamıştı. Beklenen ise Türkiye’nin içinde olduğu kabz halinden çıkmasına vesile olabilmek adına Türkiye’yi bir an evvel seçime götürecek ve bunu Meclis marifetiyle yapacak bir iş birliğiydi. Bu, MHP’nin parti çıkarları söz konusu olduğunda da en rasyonel seçenekti.
Ak Parti’ye bir iyilik de değildi bu. MHP’nin halihazırda hiçbir önerisinde yer almamasına rağmen Türkiye en yakın tarihte seçime gidecek. Buna mani olamayacağına göre MHP’nin yapması gereken sorumluluk almaktı. Seçim meydanlarında alabildiğine Ak Parti’ye yüklenebileceği vasatı ancak bu sorumluluğu üstlenerek elde edebilirdi.
Bahçeli ise koalisyon görüşmelerinin mevzusu olamayacak hususları kırmızı çizgi haline getirmek suretiyle sadece Türkiye’nin değil partisinin menfaatlerinin de hilafına bir tavır takındı ve “istemezük” dedi.
O çok sık dile getirilen “Bahçeli yeri geldi mi devlet adamlığını gösterir, Türkiye’nin ve milletin menfaatlerini partisinin menfaatlerinin önünde tutmasını bilir” söylemini bir toplu iğne darbesiyle patlattı. Öyle bir patlattı ki sadece ülke menfaatlerini değil parti menfaatlerini de hiçe saymış oldu.
Siyasi kariyeri ve liderliğiyle ilgili maliyeti, kendini rasyonel bir muhatap olmaktan çıkarmış olması. Öngörülemez olmak bir macera parkurunda hoş karşılanabilir ama siyasette bu çok da matah bir hususiyet değildir.
Bahçeli 7 Haziran gecesi zikrettiği erken seçim noktasından imkanların hepsinin tükendiği anda hala “AK Parti CHP ile koalisyon kursun”dan başka bir alternatife yanaşmayarak kendisiyle ilgili sosyal medyada eğlenceli bir literatürün oluşmasını sağladı.
Onu izleyenler için gülümseten, MHP için ise üzücü bir durum!
Daha kötüsü; Bahçeli’nin bu “istemezükçü” tavrının kendi ajandası dışında bir ajandayla mı hareket ediyor sorusunu akla getirmesi. Başından beri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan tavrıyla aslında seçimden önce kurulan CHP-MHP-HDP koalisyonuna sadık olduğunu da göstermiş oluyor.
Cumhurbaşkanı’nın görevlendirmesiyle oluşacak bir seçim hükümetine bakan vermeyerek HDP’ye bakanlık hediye edecek olması ise başka bir tutarsızlık ve MHP seçmenine izahı zor bir durum.
CHP’nin Meclis Başkanı adayına sırf HDP de destek veriyor diye oy vermeyen MHP, HDP’li bakanlara yol açmış olmasını tabanına nasıl izah edecek?
Ondan da önce MHP tabanı ve teşkilatını “üçlü koalisyonun” peşline takmak suretiyle partisinin iradesini Anti Erdoğan cephesine rehin vermiş oluyor.
Paralel Yapının tezlerini koalisyon görüşmelerinin kırmızı çizgisi hakline getirmek ise Bahçeli’nin MHP’ye yaptığı en büyük kötülük.
Süreç sonunda yine geldik en başa: CHP-MHP-HDP yine yan yana.
Artık seçime gidebiliriz!