İmralı görüşmeleriyle başlayan süreç, çözüm yolunda atılan önemli bir adımdır, AK Parti hükümetinin başlattığı önemli bir inisiyatiftir. Bu sürecin bizatihi kendisi ‘dönüştürücü’, ‘makulleştirici’ bir etki yapacaktır. Bunu, çözüme yaklaştırıcı, çözümü hazırlayıcı bir etki olarak görmek gerekir. Zaten çözüm noktasına gelinmesi bir değişimi, bir dönüşümü, bir yeni durumu ifade eder.
Sürecin hassasiyetleri farklı bir dil, farklı bir üslup, farklı bir anlayış geliştirilmesini gerektiriyor. Sorunun içindeki tüm aktörlerin kendilerini gözden geçirmeleri, daha yapıcı, daha uzlaşmacı bir karaktere bürünmeleri başlı başına büyük bir kazanç olacaktır.
Bazen lafın tamamının söylenmemesi, hissiyatın frenlenmesi, karşıdakinin tepkisinin dikkate alınması süreç için bir kazançtır, bazen de işin farklı boyutlarının da hesaba katılarak denge söylemlerinin geliştirilmesi bir faydadır. Çözüm arayışları, farklı siyasi anlayışların benzeşmesi demek olmadığı gibi, bunlar arasındaki mücadelenin de ortadan kalkması demek değildir. Ama çatışmacı ve kutuplaşmacı yaklaşımın törpülenmesi, siyasi rekabetin makul çerçevede devam ettirilmesi önemlidir.
***
Bu meselede çözüme yaklaşılması elbette çok kolay değil. Çünkü algılar, kabuller, duyarlılıklar, bakış açıları çok farklı... İnsanların kendi elleriyle ördükleri devasa duvarları yıkması, kendi kendilerine oluşturdukları ezberleri bozması, kendi önlerine döşedikleri hatları, çizgileri kaldırması hiç de kolay değil.
Özellikle BDP’li siyasetçiler o derece uç noktaya savruldular, o kadar büyük bir kutuplaşma meydana getirdiler ki, buradan makule kaymaları oldukça zor. Siyasi mücadeleyi bir ‘savaş’, siyasi rakibini ‘düşman’ gibi konumlandıran bir anlayışın demokratik siyasetin normal mücadele ölçülerine ulaşması daha fazla duyarlılık, daha fazla hassasiyet gerektiriyor.
BDP’nin sürece müdahil bir aktöre dönüşmesi sadece çözüme katkı sağlaması açısından değil, demokratik siyasetin normal ve sahici bir aktörü haline gelmeye başlaması açısından da önem taşıyor.
Süreç işliyor ve dönüştürücü etkisini herkesin üzerinde yaparak devam ediyor...
Doğrusu birçok BDP milletvekilinin sürecin hassasiyetlerini gözeten bir tavır sergileme konusunda gayret sarf ettiklerini gözlemliyoruz.
Çok üst perdeden sert ve çatışmacı üslup kullanmaya alışan yönetim kadroları ise alışkanlıklarından kurtulmakta zorlanıyorlar.
***
Belki herkesin her sözünü ciddiye alıp tartmak, anlamlandırmaya çalışmak doğru olmayabilir. Ancak temsil niteliği olan insanların sözlerini anlamsız ve önemsiz sayarak görmezden gelmeye alışmak da doğru değildir.
Örneğin Selahattin Demirtaş parti kongresinde diyor ki, “Bu kadar insan tutuklu iken daha da tutuklanmaya devam ederken yeni bir süreçten kim, neden söz edebilir?”
Bu sözleri duyan bir kişi sürece karşı bir antipati oluşturulmak istendiğini düşünür. Ama hemen arkasından başlatılan süreci ‘canı gönülden destekledikleri’ni söylüyor. Yani sürecin önemli olduğunu her fırsatta söylerken öyle laflar ediyorlar ki, ortada ne süreç kalıyor, ne de destek iradesi...
Ayrıca Demirtaş, “Bu devlet, bu hükümet Öcalan’ı Kürtlere karşı kullanacak diyenlere de iki çift lafımız var” deyip hükümeti topa tutuyor. Oysa Öcalan’ın yıllardır cezaevinde olduğunu, müzakere şartlarına sahip olmadığını söyleyen ve adeta ‘devlet, kendi kontrolündeki Öcalan’ı kullanmak istiyor’ iması yapan ve kendi düşüncesini dikte eden, Kandil’in ta kendisidir. Başbakan süreçte değerlendirilecek enstrüman olarak zaman zaman MİT’i de söylemektedir, burada bir tahfif ve tezyif kastı olmadığı çok açıktır.
Sürekli isteyen, talep eden, şartlar öne süren, kurallar dikte eden bir anlayış, ya süreçten bir şey anlamamıştır ya da sadece kendisini tatmin etmek, tribünlerin hoşnutluğunu kazanmak istiyor demektir.
BDP, çözüm sürecindeki gelişmeleri günlük siyasetin tüketimine sunma kolaycılığına kapılmamalıdır. Her aşamanın, her gelişmenin, her adımın siyasallaştırılması veya siyasi polemik konusu yapılması doğru da değildir, mümkün de değildir. Sonuca odaklanmak yerine sürecin içindeki ayrıntılara boğulursak nefesimizi ve enerjimizi çabuk tüketiriz.