Beşiktaş’ın maça başlayışı, kendini şampiyonluğa adamış bir takımın hırsı/inancı/ özgüveni içinde değildi. Daha çok endişesi içindeydi... 3 puanı alamaması halinde düşeceği durumun stresini yaşıyor ve bu yüzden de kendini tam olarak maça veremiyordu. Oyunu kontrollu bir tempoda sürdürürken, Sosa’nın sanki bir “Futbol mühendisliği” branşı varmış hissini veren o müthiş ölçülü/biçili teknik ve estetik golüyle; üzerine çöken ağır havayı dağıttı. Oyun bu sayede bir anda tempo kazandı. Arka arkaya beklenmedik gelişmeler yaşandı. Marcelo’nun eliyle topa müdahalesi, neredeyse pas geçilecekti ki; Serkan Çınar’ı hakem arkadaşları kurtardı. Eğer devam kararında ısrar etseydi, Türkiye bu pozisyonla aylar süren bir tartışma maratonuna girerdi. Felaketten dönüldü.
Maçın bir anda başlayan hareketliliği bununla da sınırlı kalmadı. Çaykur Rize direkten döndü. Derken, Kerim Frei’nin farkı ikiye çıkaran golü geldi. Oyunun gidiş yönü, o ana kadar durmadan ileri-geri derin zikzaklar çizerek değişkenlik gösterdi. Her şey Beşiktaş’ın istediği gibi gelişti. Yani rakibini eze eze bu farka ulaşmadı. Daha çok, şans faktörünün lojistik desteğiyle rahata kavuştu.
Ama maçın devamı, Beşiktaş’ın başlarda hiç olmayan özgüven duygusu altında geçti. Oyunu, rakibi, sahayı ve hatta Rize seyircisini de denetleyen bir tutarlılıkla, gecenin dominant tarafı oldu. Takım oyunu rayına oturdu. Maçın akibeti artık belli olmuştu.
İkinci yarının hemen başında Oğuzhan’ın sakatlanıp çıkması, bir dişlisi eksik kalan çarkın teklemesi gibi bir durum ortaya çıkardı. Rayına oturmuş gibi görünen Beşiktaş oyun düzeni, onun yokluğunda yara almıştı. Aksamalar başladı. Buna rağmen, pozisyonlar da buldular.
Maçın tek cümlelik özetini istiyorsanız; “Beşiktaş süper olmadan ama beter de olmadan oynadı” diyebiliriz. Netice de Hatice de kurtuldu.