Dilimizde ‘İsrail dölü’ olarak yerleşmiş bir küfür var mı? Bildiğim kadarıyla yok... Birileri bir ara ‘Ermeni dölü’ diye burum buram ‘ırkçılık’ kokan bir küfürü devreye sokmuşlardı; belirli bir kesimin dilinde yer etse de, onun da yaygınlık kazandığından emin değilim...
Ama ‘İsrail dölü’ deyimini hiç işitmedim.
Oysa Başbakan Tayyip Erdoğan’ın acılı yüreklere su serpmek amacıyla ziyaret ettiği Soma’da, kalabalıklarla ters düşmemek için girdiği markette, yerel halktan birine “Niye kaçıyorsun ulan İsrail dölü” diye bağırdığı... O yetmezmiş gibi yumruk da attığı... Önceki gün, gün boyu, ağızdan ağıza dolaştırılarak sağır sultanın bile işittiği bir ‘sahte gerçek’ haline dönüştürüldü.
Yalanı yaygınlaştıran gazetelerde, dün, Başbakan Erdoğan’ın aslında ‘İsrail dölü’ değil, ‘İstifa etdiyordun’ dediği açıklaması yer alıyordu; ama kısacık bir haber olarak... Yumruk da söz konusu değilmiş...
Tarihimizin hakkında en fazla tezvirat yapılan siyasi kimliği haline dönüşüyor Tayyip Erdoğan... Sultan 2. Abdülhamid’ten sonra...
Hemen her siyasi şimdilerde tezvirata soyunanların ağababalarından aynı muameleyi görmüştür de, hepsinin arasından sıyrılan isim Sultan 2. Abdülhamid’tir... Kendisine karşı defalarca suikast girişiminde bulunulmuş olduğu ve ellerine kan bulaşmaması için önüne getirilen idam kararlarını imzalamadığı halde, adını ‘Kızıl Sultan’a ve ‘korkak’a çıkarmışlardı Sultan Abdülhamid’in...
Abdülhamid’in padişah olduğu dönemde (1885-1887) İstanbul’da ülkesini sefir olarak temsil eden Amerikalı politikacı Samuel Sullivan Cox, yıllar sonra kaleme aldığı anılarında (İş Bankası Yayınları, 2010), Sultan’ın hakkını şu ifadelerle teslim eder: “Kendisi dünyanın en çalışkan, titiz, dürüst, vicdanlı ve tedbirli hüküm darlarından biri. Dost canlısı, üstelik âdil. Herbir sözü iyi bir kalbin ve ferasetli bir zihnin alâmeti. (...) Dingin bir vakar ve üstün bir zekâ adamı... (..) Abdülhamid hakkında sıkça yapılan bir yorum, onun ürkek olduğu... Gözlemlerim doğrultusunda, padişahta ve eylemlerinde böyle bir korkudan eser görmediğimi söyleyebilirim.”
Bir yabancının kaleminden döneminin tezviratlarına taban tabana ters bir Sultan Abdülhamid portresi size...
Şimdi sıra Tayyip Erdoğan’da... Son bir yıl içerisinde hakkında yapılan çoğu yalan habere, bir kısmı kendisiyle irtibatsız yanlışlıkların faturasını da ekleyerek, Tayyip Erdoğan’dan ‘çağ ile uyumsuz bir otokrat’ portresi çizmeyi başarmak üzereler...
Bu tezviratların etkisi içeride sınırlı bir kesimden öteye gidemediği halde, dışarıda bayağı yaygınlık kazandığı anlaşılıyor...
Tezviratların yaygınlaşmasında, kendilerinden Tayyip Erdoğan’ın işlerini kolaylaştırması, imajını cilâlayıp parlatması beklenecek yakınlıktaki insanların payı büyük; onlar arasından birilerinin yaptıkları yanlışlıklar da, bazen bire bin katılarak, ona mâl ediliyor. Tayyip Erdoğan’ın, liderliği, etrafındaki —hatta bütün ülkedeki— herkesin sorumluluğunu üzerinde taşıyan bir ‘senyörlük’ olarak görmesiyle de ilgili bir durum bu...
Böyle bir ortamda, gerçeğin farkında olanların, “Başbakanı yedirmeyiz” diye ortaya atılmalarından daha doğal ne olabilir?
Yedirmeyelim, ama bizim yedirmeme gayretimiz yeterli değil. Etrafındakilerin çok daha dikkatli olması, yanlış davranışların kimden gelirse gelsin hoş görülmediğinin belli edilmesi, yalan-dolanla yürütülen tezvirat kampanyalarının dikkate alınıp onları püskürtecek güçte kamu diplomasisi uygulanması şarttır...
‘İsrail dölü’ gibi çirkin, kimin ağzından çıkarsa dile biber sürülmesi gerekecek bir küfürü bile Tayyip Erdoğan’a yakıştırdılar ya...
Bunlardan korkulur...