Kimileri, Suriye yönetiminin kısa adı SDG olan Suriye Demokratik Güçleri ile anlaşmış olmasını alaycı bir şekilde eleştirip 'terör örgütüyle masaya oturdular' şeklinde eleştiriyorlar.
Doğrudur SDG aslında PKK'nın Suriye kanadı olan YPG/YPJ'nin ta kendisidir. Batılı efendileri meşrulaştırmak için SDG adı verdiler, eğittiler ve dünyanın silahıyla donattılar.
Bu haliyle SDG sadece Suriye'nin değil Türkiye, Irak ve Ürdün'ün de güvenliğini tehdit eden bir örgüttür.
En fazla da Türkiye'nin güvenliğini tehdit etmektedir.
O yüzden de Türkiye tavrını gayet net koymuştur, ya silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla beraber gömülecekler!
Suriye'de kanlı Baas rejimi yıkılıp yerine Türkiye'nin desteklediği bir yönetimin gelmiş olması SDG/YPG ile mücadelenin şeklini de değiştirmiştir.
Türkiye SDG'nin Şam yönetimiyle görüşmelerinin sonucunu beklemeyi tercih etmiştir.
Türkiye açıkça, SDG'nin Şam yönetimiyle anlaşmasını ve meselenin barışçı yollarla çözülmesini, çözülmezse operasyon yapacağını ilan etti.
Ve beklenen oldu; SDG Suriye'nin kuzeydoğusunda yönettiği bütün kurumları Şam yönetimine devredeceğini içeren 8 maddelik bir anlaşmaya imza attı.
İmralı'nın çağrısı PYD'yi kapsıyor kapsamıyor tartışmaları yapılırken SDG sürpriz yaptı, Kandil'den önce adım atmış oldu!
Anlaşma maddeleri tek tek incelendiğinde eleştirilecek bir husus bulunmadığı görülecektir.
Türkiye'nin kırmızı çizgisi olan Suriye'nin toprak bütünlüğü anlaşma ile kayıt altına alındı.
Sadece dördüncü maddede yer alan SDG yönetimindeki kurumların entegrasyonu çok net olmadığı için tartışılıyor.
Dördüncü madde tam olarak şöyle: 'Suriye'nin kuzey doğusundaki hudut kapıları, havaalanları, petrol ve gaz yatakları dâhil sivil askeri tüm kurumlar Suriye devleti yönetimine katılacaktır .'
Entegrasyon olarak tercüme edilen benim katılmak şeklinde çevirdiğim Arapça "demc" (دمج) kelimesi birleştirme birbirine katma anlamında bir kelimedir.
Doğrudur, burada bir detay yok. O yüzden sekizinci maddede belirtilen icra komitesinin çalışmaları önem kazanıyor.
Tabii asıl endişelendiren husus askeri birliklerin durumudur. Herhalde Şam yönetimi otoritesini sarsacak bir düzenlemeye izin vermeyecektir. Yoksa hem otoritesi hem de toprak bütünlüğü tehdit altında kalır.
Bu aşamada böyle bir anlaşma sadece Şam'ın değil Türkiye'nin de menfaatine bir anlaşmadır.
Anlaşma olmadığını farz edelim. O zaman Türkiye askeri operasyon yapmak durumunda kalacak.
Askeri operasyon demek her şeyden evvel iki taraftan da kayıplar demektir.
Şehit cenazelerinin gelmesi mi yoksa meselenin masada halledilmesi mi daha hayırlıdır.
Sulhta hayır vardır!
Bu anlaşmayla Türkiye hem askeri operasyon yapmayarak can kaybının önüne geçmiş, hem savaşın ekonomik yükünden kurtulmuş, hem de diplomatik bir başarı elde edilmiştir.
Anlaşma metnini Türkiye yazsaydı da farklı şeyler yazmazdı.
Anlaşmayla tabii ki Suriye'nin eli güçlenmiştir.
Sahildeki kalkışmadan hemen sonra böyle bir anlaşma yapılması Şam yönetiminin elini daha da güçlendirmiştir.
Terörist başı ABD helikopteriyle gelmiş Şam'a diyerek ABD faktörüne işaret ediyorlar. Önemli olan gelmesiydi. ABD aracıyla gelmiş olması ABD'nin de bu anlaşmaya rıza gösterdiğine işaret eder tabii.
"ABD'nin böyle bir anlaşmaya rıza göstermesinin arkasında Türkiye'nin kararlığı olduğu" gerçeğini görmek gerekir.
ABD ya Türkiye'yi tercih edecekti ya da SDG'yi. Türkiye'yi kaybetmemek için SDG'nin Şam ile anlaşmasına onay verdi.
Bu sonuç Türkiye'nin gücünün de tezahürüdür!
Şam yönetimi birkaç gün sonra da Dürzilerle 9 maddelik bir anlaşma imzaladı.
Böylece Suriye içerde birliği sağlama istikametinde çok önemli iki adım atmış oldu.
Önemli olan neticedir; imzayı kim atarsa atsın, masaya kim oturursa otursun bölge için faydalı bir anlaşma yapılmışsa -tedbiri ve ihtiyatı elden bırakmadan- takdir etmek gerekir.
Türkiye de 2013 senaryolarına hazırız diyerek tedbirli, ihtiyatlı ve temkinli olduğunu dışişleri bakanının ifadesiyle duyurmuştur.
Şam yönetiminin asıl baş belası İsrail'dir.
Şam yönetiminin düzenli ordularla savaşacak askeri gücü olmadığı için kanun kural tanımayan İsrail bunu fırsat bilerek tüm askeri tesisleri bombaladı ve Suriye topraklarından bir kısmını işgal etti.
Aslında İsrail'in bu ihlalleri karşılığında Suriye yönetimine tazminat ödemesi gerekir.
Ama tazminat bir yana Şam'da bulunan kimi mevzileri bombalıyor.
Suriye'nin İsrail saldırılarına karşı savunma sistemleri edinmesi ya da bir devlet ile savunma işbirliği anlaşması yapması kaçınılmaz!
Bu bağlamda Amman'da yapılan Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan Dışişleri Bakanları toplantısı ve kararları önemliydi.
Ve tabii ki Türk dışişleri ve savunma bakanlarıyla MİT başkanının son ziyareti de fevkalade önemliydi!
Türkiye istediğini almıştır. SDG anlaşmaya uymazsa da müdahalenin gerekçesi artık kayıt altındadır.
SDG ile Şam anlaşması müspet bir adım.
Ancak Türkiye'nin 2013'te ağzı sütten yandığı için yoğurdu üfleyerek yiyor olması; temkinli ve ihtiyatlı iyimserlik göstermesi de hakiki bir tecrübenin eseridir.