Ürdün’ün başkenti Umman’a yaptığımız bir gezi sırasında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı döneminde bugünkü haline getirilen Türk şehitliğini ziyaret etmiştik. Şehitliğin çok hazin bir hikayesi var. 24-26 Mart 1918 tarihleri arasında İngilizlere karşı savaşırken şehit düşen yaklaşık 300 Türk askerinin kemikleri aradan neredeyse 50 yıl geçtikten sonra tesadüf eseri bulunuyor. Pusuya düşürülmüş askerler bir mağara içinde toplu olarak katledilmiş. Titiz bir çalışmayla askerlerimizin kimlikleri tespit edilmiş. Anadolu’nun her karış toprağından bir evlat yatıyor şimdi orada. Sığındıkları mağarayı temsilen şu anda bir mağara içinde oluşturulan sandukada yatıyorlar. Şehitlikte 24 saat Kuran’ı Kerim okunuyor ve devamlı surette Türk bayrağı dalgalanıyor.
Askerlerin kemiklerinin bulunduğu ana ait ilk fotoğraflar, şehitlerin kimlik bilgileri vs’nin yer aldığı bir müze oluşturulmuş ve Osmanlı Kalesinin burcu restore edilmiş. Salt bölgesinde yer alan şehitliğimizin benzerleri Osmanlı bakiyesi coğrafyanın muhtelif yerlerinde var. Buralar da tıpkı Suriye’deki Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu mevki gibi Türk toprağı sayılıyor fakat farklı olarak bir karakolla korunmuyorlar.
***
Süleyman Şah Türbesi’nin, muhafaza eden askerlerimizin can güvenliği dolayısıyla tahliyesi ve türbe ve sandukanın taşınması vesilesiyle yazılan çizilenlere şöyle bir göz atan Türkiye’deki ana fay hattını çok kolay teşhis edebilir. Dolayısıyla kutuplaşmanın ana ettirgenlerini de...
Türkiye’nin dış politikadaki en haklı hareketini ya da müdahalesini bile ‘düşman’ın tevessül etmeyeceği argümanlarla yorumlayan bir muhalefet ve zaten artık kime hizmet ettiği ortada bir ihanet çetesi ile karşı karşıyayız. Bu vasatta “kutuplaşma sendromu”nun faturasının kime kesileceği de ortada.
En uzun sınırımızda bir devlet yokken, her gün yeni çatışmalarda onlarca belki yüzlerce kişi öldürülüyorken, savaş dolayısıyla iki milyona yakın kişi ülkemizde misafir iken Türkiye’nin en az zararla bugüne gelebilmiş olması başlı başına bir başarıdır.
Bunu böyle teslim etmeyip “Şah-Mat” gibi ucuz başlıklar atarak yahut “Ecevit suya vermedi, Davutoğlu IŞİD’e teslim” etti yorumları yapmak ise zekamızla dalga geçmek değil kendi zeka seviyesini izhar etmektir.
Bu ve benzeri eleştirilerin muradı herhalde Türkiye’yi IŞİD’e karşı kara harekatına teşvik etmek. Ama bunu açıkça söylemek cesaret istiyor, kırıtarak söylemenin ise maliyeti yok sanılıyor.
CHP’nin kifayetsiz genel başkanı, Dersim gibi CHP iktidarının yaptığı fenalıklar sıralandığında masanın altına eğilirken bugün çıkmış Hatay’ın anavatana katılmasından Kıbrıs Harekatı’na Süleyman Şah türbesinin statüsünden Montrö Antlaşmasına kadar CHP’nin mazisiyle ilişkilendirilebileceklerin envanterini çıkarıyor.
Hızını alamayıp Türkiye’yi Cumhuriyeti Devletini biz kurduk demese iyi...
***
Süleyman Şah Türbesinin geçici süre ile yine Suriye sınırları içinde daha güvenli bir yere nakli için yapılan operasyonun kendisi kadar kamu diplomasisi yönü de başarılı oldu. Fakat milli menfaatleri iç siyasete kurban etmeyen ‘yerli’ ve ‘sorumlu’ bir muhalefet anlayışından hızla uzaklaşıyoruz.
CHP’nin paralel örgütle girdiği ilişkiden sonra büsbütün ayarı bozuldu. MHP’nin de bu ve benzeri konularda gösterdiği sağduyu da giderek erozyona uğruyor.
Paralel Yapı ile işbirliğinin CHP’yi düşürdüğü durumu bile bile kendini bu girdaptan korumuyor. O kadar ki iç güvenlik paketine HDP ile aynı saiklerle karşı çıkabiliyor. Kendi tabanının beklentilerinden ya da sosyolojisinden uzaklaşırken ilkesel-vicdani bir kritere yaslanmamak bir siyasi parti için intihar demektir.
Süleyman Şah Türbesinin nakli bahsinde Yusuf Halaçoğlu’nun Meclis kürsüsünden ancak bir tarih konferansında dile getirildiğinde anlamlı olabilecek argümanları sıralaması meselemiz sanki bir tarihi yanlışı düzeltmekmiş gibi “Osmanlı’nın atası değil, sanduka da boş zaten...” gibi laflar etmesi bu erozyonun göstergesi.
Seçim yaklaştıkça basiretsizleşen siyasi partilerden oluşan muhalefetimiz var maalesef.