Bir milletin haritası yalnızca coğrafyasından ibaret değildir. Dağlar, ovalar, sınırlar... Bunlar fiziki varlığın izdüşümüdür. Oysa bir halkı ayakta tutan asıl harita, görünmeyen çizgilerle dokunmuştur: İnanç, güven, adalet, aidiyet, vicdan ve merhamet... Bu çizgiler silinirse, devlet dediğimiz yapı sadece binalar ve yasalardan ibaret bir hal alır.
Tarih, sokakların hararetine umut bağlayanların, bir milletin huzuruna kastedenlerin nasıl hüsranla sonuçlandığını defalarca yazmıştır. Kaos, kısa vadeli bir ses getirse de uzun vadede çöküşe hizmet edecektir. Bir ulusun ruhunu sokak çatışmalarıyla imtihan etmek, hem toplumsal vicdanı yaralar hem de hukukla şekillenmiş düzeni harap eder.
Bir milletin asıl sığınağı, topraklarında değil, birbirinin yüreğinde kurduğu yerdedir. Tarih bize gösteriyor ki, bir milletin en güçlü ordusu, en gelişmiş teknolojisi, en sağlam ekonomisi bile iç cephe zayıfladığında bir anlam ifade etmemektedir.
Kaos, bu dokuyu kemiren bir asit gibidir; önce karşısındakini yıpratır gibi görünür, sonra taşıyan elleri yakar. Siyasi çıkar uğruna bilerek büyütülen krizler, toplumun bağışıklık sistemini çökertir. 1970'lerde Türkiye'nin içine sürüklendiği karanlık dönem, gençlerin sokaklarda birbirine düşürülmesiyle başladı ve o dönemin acısı hâlâ hafızalardadır. Bugün de kim toplumu bölerek büyümeyi umuyorsa, bilsin ki büyüttüğü yalnızca hatıralardaki çatlaklardır.
Aklı Terk Edenler, Kaosu Rehber Alır
Görünmez bir cephede verilir asıl mücadele. Ne top sesi duyulur orada, ne mermi izleri vardır; ama sarsıntısı savaşlardan büyüktür. İnsan, kendini yalnız hissettiğinde, sesini duyan kimse kalmadığında, adaletin gölgesi bile erişmediğinde başlar çözülme. Komşusunun derdiyle dertlenmeyen bir toplum, dışarıdan değil içeriden çürümeye başlar. Çünkü bir ulusun gerçek gücü, ortak acılara verdiği ortak tepkide gizlidir.
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk'ta cephede kazanılan zaferlerden önce "içeride sağlam bir millet yapısının inşasını" dile getirmiş, emperyalizmle mücadelenin sadece cephede değil, gönüllerde de verildiğini anlatmıştır. "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır" sözü; topyekûn bir iradenin iç cephede nasıl bir kale oluşturduğunun ispatıdır.
Milli birliğin tesisi aynı zamanda bir manevi direniştir. Türk milleti için bu cephe; Çanakkale'de aynı siperleri paylaşan insanların duasında, Van'da yıkılan bir evin yardımına koşan Trakya'dan gelen öğrencinin çabasında, iftar sofrasına davet edilen yabancı misafirin gözyaşında gizlidir.
Huzura Tuzak Kuranlar, Yarının Vebalini Taşır
Ayrışmama; duanın, merhametin ve ortak geleceğimizin sessiz bir yeminidir. İç cephe; sadece bir halkın fiziki varlığı değil, moral direnci, inancı, birbirine olan güveni ve ortak kader bilincidir. İdeolojiler değişebilir, hükümetler gelip geçebilir; ama bir milleti ayakta tutan asıl harç, iç cephenin birliğidir.
Siyaset, ayrıştırmak için değil, kucaklamak için yapılmalı; medya, hakikatin hizmetkârı olmalı; eğitim, zihinleri şekillendirmekten çok, vicdanları büyütmelidir. Bir ülkeyi geliştiren rakamlar değildir. Bütçeler, büyüme oranları, dış ticaret fazlaları... Bunlar bir ülkenin kantardaki ağırlığını gösterir belki; ama ruhun sağlığı bambaşka bir ölçektedir. O ölçek, ne kadar kenetlendiğimiz, ne kadar anlayış gösterebildiğimiz ve ne kadar "biz" kalabildiğimizdir.
İçten gelen bu güç, dışarıdan esen her rüzgâra karşı bir siperdir. Bu yüzden bugün de, yarın da, bir milletin kurtuluşu önce birbirine bakışında, sonra birbirine sarılışındadır. Zira bir millet, kendini unuttuğunda düşer; birbirini hatırladığında yeniden yükselir.
İç cepheyi diri tutmak, bir ülkenin gelecek nesillere bırakabileceği en büyük mirastır.