Bazı şeyler vardır ki yerleri doldurulamaz, başka bir şeyle değiştirilemez. Aile sevgisi, evlat sevgisi ve en önemlisi de insan sevgisi bunların başında gelir. Eğer bunların yeri başka bir şeyle doldurulmaya çalışılırsa hayvanları bile utandıracak manzaralar ortaya çıkar.
Modern yaşam tarzı insanlıktan çok şey alıp götürdü. "Daha fazla kazan, daha fazla tüket" kültürü kadın veya erkek fark etmeden insanı evinden çıkmaya, daha fazla kazanıp daha fazla tüketmek için çalışmaya teşvik etti. Tabii bu durum toplumda bazı değerlerin yok olmasına sebebiyet verdi.
İlk feda edilen "aile" oldu, arkasından "çocuklarımızı" kaptırdık vahşi kapitalizmin çarklarına!
Lakin sevmek ve sevilmek insanın fıtratında var. İnsan bir şeyleri sevmek aynı zamanda kendisi de ilgi görmek istiyor. Onun bu ihtiyacını en iyi karşılayan elbette "aile" idi. Karşılıksız, beklentisiz saf sevgi ve sahiplenme duygusu.
Modernitenin acımasız çarkları bu değerleri hâk ile yeksan edince ortaya büyük bir boşluk çıktı. Derler ya "Evren boşluk kabul etmez." diye, işte oluşan bu boşluk doldurulmak istendi.
Aile ve evlat kavramlarını yok eden modernite bu boşluğu doldurmak için hayvanları kullandı. İnsanın gittikçe derinleşen yalnızlığını gidermek için başta köpek ve kedi olmak üzere bilumum hayvanat devreye sokuldu ve bunların içinde en çok rağbet görenler kediler ve köpekler oldu.
Batı bugün, kaybettiği aile huzuru ve çocuk sevgisini hayvanlarla karşılamaya çalışıyor. İçine düştüğü yalnızlıktan kurtulmak, sevme ve sevilme ihtiyacını karşılamak için hayvanlara sarılıyor.
Bir başka marazi durum ise şu: Hayvanseverler insan sevmez hale geldiler!
Goethe'nin insanların vefasızlıklarına işaret ederek söylediği "İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum"aforizmasından yola çıkarak savunmaya geçecek olanların sesini duyar gibiyim.
Ancak sözü edilen kişilikler olsa olsa Furkan suresi 44. ayette anlatılanlardır: "Yoksa sen, onların büyük çoğunluğunun gerçekten senin davetine kulak verdiklerini yahut doğru dürüst düşündüklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar, başka değil, bir hayvan sürüsü gibidirler, hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar."
Batı'nın her şeyini sorgusuz sualsiz kabullendiğimiz gibi bunu da hemen sahiplendik.
Öyle ki kraldan çok kralcı olup bir anda hayvanları evlerimizin başköşesine yerleştiriverdik. Öykündüğümüz Batı'nın; Afrika'nın hayvanlarını korumaya alıp, insanlarını hunharca öldürenler, kaynaklarını talan edip, ekmeklerini ellerinden alanlar olduklarını bilelim.
Oysa biz medeniyet olarak hayvana merhamet konusunda başkalarını taklit etmeye ihtiyaç duymayacak kadar ileri bir seviyedeyiz.
"Hayvana sövmek ve lanet okumak caiz değildir." hükmünden tutun da Peygamber Efendimizin kuşu ölen bir çocuğa taziye ziyaretine gitmesine, dağda aç kalan hayvanları doyurmak için vakıflar kuran bir medeniyet olmamıza kadar binlerce örnek var bizim kültürümüzde.
Kendi geçmişimizdeki güzel örnekleri terk edip Batı'nın patolojik hayvan sevgisini hayatımızın merkezine koyunca ortaya dehşet verici tablolar çıkmaya başladı. Bunun son örneğini geçtiğimiz günlerde yaşadık.
Sahibi tarafından tasmasız bir şekilde sokağa çıkarılan ve doğasında "vahşilik" olan bir pitbull köpeği 4 yaşındaki savunmasız bir yavruya saldırdı, vücudunda ve ruhunda tamiri imkânsız yaralar açtı.
Ancak olayın ardından yaşananlar ise "Bu kadar da hayvanlık olmaz!" denecek cinstendi ve maalesef bunu yapanlar ise insandı.
Küçük Asiye'yi kurtarmanın derdine düşmesi gerekenler tam tersi davranışlar sergileyerek aileyi tehdit etmeye başladılar ve onları işlerinden ettiler. Görünen oydu ki birileri hayvanlarla aynı ortamı paylaşa paylaşa hayvandan da daha hayvan hale gelmişlerdi!
Hani derler ya "Sütün bozulmuşundan yağ olur ama yağın bozulmuşundan zehir olur!" İşte yaşadıklarımız tam da bunun gibi!
İnsanlığı bozulanlar hayvan da olamıyor, birer vahşi canavara dönüşüyorlar maalesef.