Seçim süreçlerinde dilin kemiğinin olmaması yeni bir durum değil. Vaatler, bol sıfırlı rakamlar havada uçuşur.
İktidar sorumluluğu taşıyanlar daha mütevazı, hesaplı; iktidara talip olanlar ise daha vaatkar olurlar...
Son 30 yıldan geriye kalan iki tavır hatırlıyorum;
‘Eski Türkiye’den:
Muhalefet kanadından, ‘Onlar ne veriyorsa bir fazlası’ türünden açık arttırmalar, 40 yaşında emeklilik ve ‘iki anahtar’...
İktidar kanadından, ‘yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır’...
Merhum Turgut Özal’ın sözüydü...
Bugün de iktidar ‘onlar konuşur, biz yaparız’ diyor...
7 Haziran seçimleri bir tür ‘güven’ oylaması olacak.
Seçmen bakacak;
- Muhalefetin vaatleri kulağa hoş geliyor ama bunları ‘ekonomik dengeleri bozmadan’ yerine getirebilir mi?
- Eğer hazırdan verirse, cebime fazladan giren para pazara gidene kadar eriyebilir veya maaşımın arttığını duyan ev sahibi kirayı arttırır, sonuç değişmez.
- 13 yıllık AK Parti iktidarı döneminde ekonomik ve sosyal imkanlarım nasıl değişti; böyle giderse nereye doğru değişir?
- Muhalefetin beni daha sonra fakirleştirmeyecek şekilde kaynak bulabileceğine mi daha çok güveniyorum, yoksa iktidarın benim durumumu giderek daha iyiye götürebileceğine mi?
- Seçim vaatlerinin benim gelirim üzerinde yoğunlaşması, iktidar üzerinde bir ‘düşük gelirlilerin durumunu iyileştirmeye yönelik daha fazla çaba gösterme’ baskısı oluşturur mu?
7 Haziran gecesi ortaya çıkacak olan seçim sonuçlarını bu ‘güven’ endeksine göre de yorumlayacağız...
***
Ancak bu seçimlerin öncesinde ilk kez karşılaştığımız yeni bir ‘seçim malzemesi, seçim söylemi’ var.
Bunu kanıksamak istemiyoruz.
‘Suriyeli sığınmacıları kovma’ vaadi...
Türkiye, Suriye’de Esad rejiminin şehirleri bombalayarak yerle bir etmesi, rejim katillerinin mahalle mahalle gezip boğaz kesmesi; dünyanın buna sessiz kalmasıyla ortaya çıkan vahşi grupların katliamlarından kaçanlara ev sahipliği yapıyor.
Son verilere göre;
Türkiye’de 1,7 milyondan fazla Suriyeli sığınmacı yaşıyor. Diğer ülkelere sığınanların bir kısmı buralardaki imkanların yetersizliğinden dönüp Türkiye’ye geliyor.
Barınma merkezlerinde yaşayanların sayısı 258 bin 876... Bu merkezlerde elektrik, su, yeme, içme, eğitim, ibadet ve sosyal imkanlar sağlanıyor.
Türkiye’nin bugüne kadar Suriyeliler için yaptığı insani yardım tutarı 5,6 milyar dolar. Türkiye’ye gelen uluslar arası yardım ise 356 milyon dolar!
Bu para göze batıyor!
Batmamalı...
Hele seçim meydanlarında hiç dile getirilmemeli...
Bu konuda bir utancımız var.
***
12 Aralık 1941’de, motoru bozuk Struma gemisiyle Alman ordusunun soykırımından kaçarak İstanbul’a gelen 800’e yakın Yahudi’den bahsediyorum. Motoru bozulunca Sarayburnu’na demir atan gemiden tam 9 hafta kimsenin inmesine izin verilmedi. 100’ü çocuk 800’e yakın insan Yahudi toplumunun topladığı yardımlarla hayatta kalabildi...
Ama sadece 9 hafta!..
Üstelik İstanbul’un ortasında!..
Yüzyıllarca ‘dersaadet’ olarak bilinen İstanbul’un...
9 hafta sonra Struma, sökülen motorunun tamiri beklenmeden çekilerek Karadeniz’e götürüldü, akıntıya bırakıldı ve Sovyet torpidoları tarafından vurularak batırıldı.
24 Şubat 1941, 103’ ü çocuk 768 kişinin ‘kovularak öldürüldüğü’ tarihtir...
Dönemin başbakanı Refik Saydam, İçişleri Bakanı Faik Öztrak, İstanbul Emniyet Müdürü de İhsan Sabri Çağlayangil’dir...
Saydam’ın, “Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlara mekan olamaz” dediği söylenir.
‘CHP devri’ eleştirisi yapıyor değilim...
Ama bugün CHP’nin başında bulunanlar “Suriyeli kardeşlerimizi geri göndereceğiz. Kusura bakmayın, her insan doğduğu toprakta mutlu olur” diyebiliyorsa, bir ‘zihniyet sorunu’ hala sürüyor demektir.
Ayıptır...