Rusya, özellikle son yıllarda Ukrayna’nın kendisini doğrudan tehdit eden bir ‘Atlantik karakolu’na dönüştüğü kaygısıyla hareket ediyordu. Nitekim bu kaygıyla harekete geçti ve Atlantik merkezli güçlere ya da başka bir ifadeyle Batı bloğuna ağır bir darbe vurdu.
Rusya’nın yeni Avrasyacı ekolünün önemli temsilcilerinden birisi olan Aleksandr Dugin, ‘Ukrayna’yı kırılgan bir geçiş noktası ve Rus-Avrasyacılığının yumuşak karnı olarak’ tanımlıyordu. Dugin, ‘Sovyetler sonrası Ukrayna’nın Batı yanlısı bir tutum içine girmesini, bu ülkenin NATO’nun ileri bölge karakoluna dönüştürülüyor olması ya da ‘Truva Atı’ rolüne soyundurulması’ olarak izah ediyordu. Dugin, uzun zamandır bunun mutlak şekilde engellenmesi gerektiğini ve bunun için Ukrayna’nın etnik ve kültürel sorunlarının bir böl-yönet politikası ile Rusya tarafından kullanılmasını tavsiye ediyordu.
Ukrayna konusunda olup biteni aşağı yukarı böyle özetlemek mümkün. Ya da bir dostumun ifadesiyle Rusya, Batı bloğundan kocaman bir ısırık aldı ve Kiev’i kopardı.
Sadece Kırım başlığı bile tüm bu olup biteni bizim açımızdan hassas ve değerli kılmaya yeter elbette. Ancak bugün Rusya-Ukrayna hattından ve Dugin’den söz etmemin nedeni bu değil.
***
Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarında imparatorluktan devraldığı reflekslerle etrafında olup bitene bir süre ilgi gösterse de, ne gücü, ne dünyanın şartları, ne de o dönem ülkeyi yönetenlerin ufku bunu sürdürmeye yetmedi. Atatürk’ün ölümünden bir süre önce devlet içinde ipleri eline geçiren kadro, bu ilgiyi tamamen kopardı.
Aradan geçen yıllar boyunca, ne zaman bu ilgiyi yeniden canlandırmak isteyen olsa bedelini ağır ödedi. Adnan Menderes ve 27 Mayıs darbesi veya Turgut Özal’ın kuşkulu ölümü aynı tabloda okunabilir.
Şimdi özellikle son yedi-sekiz yılda ortaya çıkan yeni ‘ilgi’ ve dış politikanın her geçen gün genişleyen bir alanda şekillenmesi, Türkiye üzerindeki hesapları bambaşka bir noktaya getirdi.
Ankara’nın bölgesine gösterdiği aktif ilgi, sorunların kendisine dayatılmasını beklemeden karşı hamle planlayan yeni oyun planı; yakın tarihe kadar kendisini pasif bir denge unsuru olmaktan öte görmeyen güçleri, yeni tanımlar yapmaya zorladı. Şimdi, sözgelimi Atlantik merkezli güç, özellikle Rusya’nın yeni hareketliliğini ve bir anlamda Avrasya jeopolitiğini canlı kılma çıkışını Türkiye ile dengelemek istiyor. Ancak geçmişin ‘pasif denge’sinin Türkiye için cazibesi olmadığının pekala farkında ve ‘aktif denge’ halini kendisi tanımlamak istiyor.
***
Şimdi dönelim Aleksandr Dugin bahsine. Eğer bir ülke yeni bir döneme kapı aralıyor ve bunu öncelikle entelektüel alanda ifade etmenin peşindeyse, Dugin çok iyi bir örnek.
Hızla üzerinden geçelim. Çarlık Rusyası, ardından devrim ve SSCB, yeni bir imparatorluk ve Soğuk Savaş dönemi; çöküş ve dağılma, ardından Atlantik merkezli dünya düzeninin Putin’in ifadesiyle ‘görgüsüz’ce yükselişi, sonrasında yeniden kendisini ‘büyük’ olarak inşa etmeye koyulan Moskova.
Bunlara ayrıca Ortodoks dünyası ve Rusya’nın bu alandaki geleneksel nüfuzunun yanı sıra, İslam dünyasına yönelik yeni anlama çabasını da ekleyebiliriz. İşte Dugin’i Avrasya hayali peşinde koşan bir hayalperest olarak görenler, onun az önce saydığımız alanlarda Rusya’nın çıkışını haber veren ve kelimenin tam anlamıyla meydan okuyan bir aklı temsil ettiğini unutuyorlar.
Entelektüel anlamda meydan okuyamadığınız herşey, kısa sürede çökmeye mahkumdur. Tam da bu nedenle Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘Stratejik Derinlik’ kitabı/tezleri bambaşka bir anlam taşıyor.
Kaba ve güncelin pençesindeki yaklaşımları bir kenara bırakıp, bu derinlik üzerinde çaba göstermenin tam zamanıdır. Türkiye, ne tuhaf ki içinde yaşayanların ihmal ettiğinden çok daha önemli bir ülke olarak yoluna devam ediyor.