Geçtiğimiz haftanın ilk yarısında TESEV’in düzenlediği bir toplantı için Stockholm’deydim, ikinci yarısı Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte Erivan, Atina ve Lefkoşa’da geçti. Stockholm’de sorunları konuştuk, diğer yerlerde ise sorunların çözümü için yapılanları gözlemledik.
Davutoğlu Erivan’a KEİ toplantısını bahane ederek, Ermenistan’ın Azerbaycan ile yakınlaşmasına yardımcı olmak, sorunlarını çözme değilse bile aşma yolunda atabileceği adımları desteklemek amacıyla gitti. Uçaktaki gazeteci ve köşe yazarlarının sorularına cevaben de adil hafızadan, Tehciri hoş karşılamadığından söz etti.
Hedefinde 2009’da imzalanan iki protokole rağmen Ermenistan ile bir türlü normalleşemeyen ilişkileri normalleştirmek vardı. Azerbaycan’ı kırmadan, onun çıkarlarına zarar vermeden normalleşmeyi sağlamak için Ermeni muhataplarına bölgesel sorunların önemi bir kez daha hatırlattı. Bir kaç hafta önce Kiev’de iyice belirgin hale gelen Azerbaycan-Ermenistan yakınlaşmasına destek verdi.
***
Ancak Davutoğlu’nun söyledikleri eleştirildi, Pazar günü bütçe görüşmeleri sırasında MHP’nin ve CHP’nin saldırılarına maruz kaldı. Belli ki Türkiye’nin adil bir hafızaya sahip olması, tarihinde yapılmış hataları hata olarak görmesi, daha doğrusu sorunlarını çözmeye çalışması bazılarını rahatsız etmişti.
Oysa Türkiye on yıllardır diplomatik enerjisini 1915’te yaşanan bir trajedinin ne olmadığını dünyaya anlatmak için harcamakta, bütün pazarlık kozlarını suç işlemiş olabilecek imparatorluk dönemi asker, politikacı ve bürokratlarını savunmak için kullanmaktaydı.
Eğer Türkiye ifade özgürlüğünün sorunsuz yaşandığı bir yer olsaydı, tarihini masal gibi anlatmaz, bugünkü sorunlarınla karşılaşmazdı. Soykırım denen şeyin tıpkı cinayet gibi bireysel bir suç olduğunu bilir, devlet sorumluluğunun cinayeti inkar ile doğduğunu idrak ederdi.
Türkiye’nin tarihini konuşması, hukuku tartışması, MHP de dahil siyasetçilerinin geçmişte yaşanmış trajedilerden dolayı üzüntüsünü ifade etmesi bizi özgürleştirir, önümüzü açardı. Tüm enerjimizi imkansızı savunmak için harcamazdık.
Ama ne yazık ki çoğumuz hala geçmişin Türkiye’sinde, masallar ve fanteziler dünyasında yaşıyoruz. Erivan’a giderken uçakta doğru şeyler söyleyen bir bakanı Meclis çatısı altında zorlamaya çalışıyoruz. Bir yandan komşularla ilişkiler kesik derken diğer yandan o ilişkilerin alt yapısını oluşturacak siyasetin ortaya çıkmasına engel olmak istiyoruz.
Yarın Davutoğlu’nun Kıbrıs politikası da eleştirilirse hiç şaşırmam. Cumartesi günü adada iktidar ve muhalefet partilerini bir araya getirerek çözümün önünü açacak bir BM teklifi üstünde mutabakata varmalarına liderlik etmesi siyaset malzemesi yapılırsa benim için sürpriz olmaz.
Çünkü Türkiye’de siyaset de, siyaset dışı eleştiri de ilke üstünden yapılmıyor. Bugün ak denen bir şeye yarın kara denebiliyor. Bir gün KRG (Kürdistan Bölgesel Yönetimi) ile ilişkilerinizi derinleştirmezseniz Kürt sorununu çözmezsiniz diyen biri ertesi gün Washington ya da Bağdat’tan gelen tepkilere bakarak çok fazla dost oldunuz diyebiliyor.
***
Eminim yakında Ermenistan ile normalleşmeyi savunanlar, Kıbrıs’ta çözüm olsun diyenler de koroya katılacak, Davutoğlu’nu yaptıkları için eleştirecektir. Ama daha iyisinin nasıl yapılacağını, hangi siyaset uygulanırsa Kıbrıs’ta ve Ermenistan’da başarılı olunacağını söylemeyecektir.
Evet, eleştiri bizim de, siyasetçilerin de en doğal hakkı. Ama yeter ki neyi eleştirdiğimizi bilelim, sadece eleştirmiş olmak için eleştirmeyelim. Amacımız siyasetin önünü tıkamak değil açmak olsun. Ne de olsa hepimiz aynı gemideyiz ve gemi batarsa hep birlikte boğuluruz.
Ermenistan ile ilişkilerimizi normalleştirmemiz, geçmişe yerine geleceğe bakmamız, ama aynı zamanda Azerbaycan’ı da kırmamamız gerekiyor. Cumhuriyetin kuruluş dönemindeki çocukluk hastalıklarından da kurtulmak zorundayız. Kıbrıs’ta ise birleşmeyi desteklemek için de, birleşme olmazsa iki toplumun barış içinde bir arada ve yan yana yaşamasını sağlamak için de bazı adımları atmamız şart.