Hükümetin demokratikleşme hedeflerinde attığı adımlar, son paketle beraber yeni bir aşamaya taşındı. Başbakan Erdoğan’ın, altını çizerek ifade ettiği gibi, bu bir ilk değil, sonuncu da olmayacak. Daha katedilecek epey mesafe var.
Başbakan’ın paketi sunarken yaptığı konuşma, kanaatimce, en az paketteki demokratik adımlar kadar önemliydi.
Sayın Başbakan’ın açılış konuşmasında hatırlattığı siyasi hafızaya dair hatıraların hala yaşamakta olduğu bir gerçek.
Ama bu gerçeklerin dile gelmesinden herkesin aynı oranda memnuniyet duymadığı da biliniyor.
Bu ülkede 1950’den sonra yaşanan darbeler ve askeri vesayetin yol açtığı vehametler üstüne söz söylendiğinde birileri hala yüzünü asmaya devam ediyor. Açıkçası geçmişte hiçbir şey olmamış gibi davranan ve bu konularda bir şey duymak istemeyen bir kesim var.
Ama halk, en azından 2002’den bu yana yaptığı tercihlerle Menderes’lerin idam edildiği, Özal’ın zehirlendiği yılları ve geçmişi unutmadığını her defasında gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Halkın siyasi tercihlerini demokrasi yönünde belirleyen bu hafıza önemini korumuyor olsaydı, Türkiye, askeri vesayetle mücadelesinde başarılı olamaz ve bu vesayetin en önemli ‘iştigal’ alanlarından biri olan Kürt sorununda bugün yaşadığımız normalleşmeyi yaşayamazdı.
Başbakan, ‘makbul vatandaş’ döneminin sona erdiğini, 1950’li yıllardan bu yana yürütülen demokrasi mücadelesinin bir sonucu olarak 11 yıldır gerçekleşen değişimlerin ancak siyasi normalleşme koşullarında hayata geçirilebildiğini ifade etti. Ayrıca, silahların susmuş olmasının bu normalleşmeye sunduğu katkının ima edilmesi ve demokratik zeminde siyaset yapma çağrısı son derece önemliydi.
Özel okullarda Kürtçe eğitim imkanı, yer isimlerinin iadesi, Kürtçe alfabede olup da Türkçe’de olmayan harflerin kabulü, seçim barajı için sunulan alternatifler, Türkiye’de Kürt sorununun demokrasi sorunu olarak algılandığını ve çözümün de demokraside olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
***
Gerilimlerden ve çatışmalardan uzak bir siyasi ortamın daha fazla demokratikleşme anlamına geleceğini artık herkesin görmesi gerekiyor.
Başbakan’ın normalleşme derken kastettiği husus tam olarak budur.
Ortada demokratikleşme konusunda adımlar atan üstelik bu adımları başka hamlelerle sürdüreceğini vaat eden bir hükümet var.
Demokratikleşme paketinin açıklanmasından sonra, muhalefetin manevra alanı bir hayli daraldı, bu gizlenemeyecek bir durum artık. Çanlar muhalefet için çalıyor ve muhalefeti değişime davet ediyor..
Öte yandan, muhalif kimliğiyle bilinen bazı çevreler, 2010 referandumunda ortaya koydukları ‘yetmez ama evet’ tavrının bile gerisine düştüler. ‘2010 referandumunda işlenmiş bir günahtan (!) kurtulmak ve ulusalcı cepheye kendilerini affettirmek için olsa gerek, ‘fırsat bu fırsat!’ deyip, ilköğretimde ‘andımız’ı kaldıran bir hükümetin Kemalist olduğunu iddia edecek kadar komik açıklamalarda bulundular..
Kürt mahallesinde ise durum biraz daha şaşırtıcıydı. Kürt kanaat önderleri, belki bir iki istisnayla, genel olarak ‘yetmez ama evet’ diyen bir tavır içindeydiler. Hakim Kürt siyaseti ise pakete oldukça mesafeli durdu.
Deneyimli siyasetçiler arasında, paketi içi boş kabağa benzetenler oldu.
Acaba Öcalan da böyle mi düşünüyor şimdilik bilemiyoruz, o da görüşlerini açıklayacak muhtemelen ve ne düşündüğünü bilmek mümkün olacak.
Başbakan’a, 21 Mart’ta Diyarbakır’da okunan mektup hakkında fikri sorulduğunda, ‘Bunlar bizim yıllarca savunduğumuz görüşler’ demişti. Acaba Öcalan da ‘bu demokratik adımlar benim İmralı sürecinden bu yana savunduğum demokratik adımlar’ der mi bilmiyorum.
Ama Kürt siyasetinin, 11 yıldır demokratikleşme karşısında anlaşılması zor bir tavırla, adeta ‘kendini ve Kürtler’i demokrasiden koruma’ zırhına sokmaya çalışması ve Türkiye şartlarında bir statü sorunu değil, bir demokrasi sorunu olduğu her geçen gün biraz daha anlaşılan Kürt sorununda, statüyü demokrasinin önüne dikerek sonuç alacağını düşünmesi üzücü bir durum.
Üzücü çünkü demokratik ilerlemede hep söylendiği gibi, Kürt siyasi ve sosyal dinamiğinin kimselerin inkar edemeyeceği kadar büyük katkıları ve fedakarlıkları var.
Üzücü çünkü, uğruna yıllarca mücadele ettiğiniz demokratik hakların teslim edilmesini küçümsediğinizde, kendi mücadelenize de haksızlık etmiş olursunuz.
Türkiye, cumhuriyetin yüzyıllık ‘makbul statülerinden’ kurtulmaya çalışırken, kimin hangi demokratik standartlarla ve nasıl yöneteceği bile belli olmayan yeni ‘statü’ talebiyle siyaset yapmaya çalışmak bilmem ki ne kadar doğru..