Bu işin sonu ne olacak? Yani bütün bu tartışmalar böyle sonsuza kadar sürüp gitmeyecek; Avrupa Birliği, Ortadoğu, Anayasa süreci, Kürt sorunu falan... Bu sürecin bir sonu var, bir müddet sonra bütün bunları tartışırken, hiç farkında olmadan kendimizi bir başka dünyanın içinde bulacağız. Ama nasıl bir dünya bu? Bu soruya herkes kendine göre bir yanıt verebilir. Ama bugünü bugünden uzaklaşıp görmek diye bir şey var. Bu çoğu kere mümkün olmuyor. Çünkü ideoloji dediğimiz şey hiç farkında olmadığımız kısır bir döngü ve örtü. Bütün ideolojilerin ortak özelliği, bizi tarihsiz ve geleceksiz bir ‘an’a mahkum etmek konusundaki yoğun çabasıdır. Haldeki o ‘an’a karşı çıkılmaması, o ‘an’ın korunması sistemin ürettiği ideolojinin ana hedefidir. Bunun için buna hizmet edecek bir tarih uydurulabilir ama ideolojilerin gelecek uydurması pek mümkün olmamıştır. Geleceği anlatmak hatta bunu bilimsel bir çerçeveye oturtmak ilkönce bugünü bugünden uzaklaşıp görmek gibi bir yeteneği edinmenize bağlıdır. Bu da oldukça zordur; çünkü sizi sarıp sarmalayan ideoloji buna izin vermez. Böyle olunca gelecek konusunda ne zaman ‘düş’ kurmaya kalksam elim bilimkurgu yazarlarına gider. Stanislaw Lem bunlardan biri. Lem’in hayat hikayesi, yukarıda sözünü ettiğim cari ideolojiden sıyrılmış olduğunu anlatıyor.
Bunun için Lem’i çok önemsiyorum ve onun yazdıklarını, ‘bugünü bugünden uzaklaşıp gören’ bir düşünürün cari ideoloji dışı öngörüleri olarak değerlendiriyorum. Lem’e gelmeden önce şu ‘cari ideoloji’ derken neyi anlatmak istiyorum ona değineyim; cari ideoloji, tarihsiz ve geleceksiz bir an’dır. Orada sizi geleceğe taşıyacak bir tarih yoktur; tarih o an içindir. Dolayısıyla çarpıtılmış, muhtemelen uydurulmuş ve hiç yaşanmamış, olmamış bir tarihtir bu. Böyle olunca cari ideolojilerin tahayyülleri, geleceğe değil geçmişe dönüktür. Örneğin bütün faşist ideolojiler yüceltmek istedikleri ırkla ilgili yüceltici, diğerlerini de küçük düşürücü ‘masallar’ uydururlar. Ama o ‘yüce’ ırkın (toplumun) hangi toplumsal sistemde yaşayıp gideceği anlatılmaz. Cari ideolojinin, dolayısıyla, hem sağı hem de solu vardır. Bu ikisi çoğu kere bu uydurulmuş tarihte buluşur. (Örneğin bakın; 19 Mayıs tartışmaları) Cari sistemin kimler tarafından, nasıl yönetileceği ‘kıt’ kaynakların(!) nasıl dağıtılacağıdır cari ideolojinin sağı ve solu arasındaki çatışma. (Buraya da örnek: Özelleştirme tartışmaları; Türkiye’de özelleştirme, devlet mülkiyeti mi, özel mülkiyet mi tartışmasıdır sol ve sağ için. Yani yağmayı devlet mi yapsın, tekeller mi...)
Şimdi Lem’e gelelim. Stanislaw Lem, Polonyalı ve 1921-2006 yılları arasında yaşamış. Aslında tıp doktoru. 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi kamplarındaydı. Lem, hem kapitalizmin faşizm yüzünü gördü hem de Polonyalı olduğu için ‘sosyalizm’ diye yutturulan devletçi-bürokratik kapitalizmi yaşadı. Pek dikkati çekmeyen ama satır arası okumayla oldukça güçlü bir sistem eleştirisi olan romanı Aden’de Lem, baskıcı sistemlerin, ne adına olursa olsun, bireyi değersizleştirdiğini, görünmez ideolojilerin nasıl algı yönettiğini, bilmediğimiz bir şeyi nasıl anlamadan kategorize ettiğimizi anlatır. Aden, dünyalı bir uzay gemisinin kazayla düştüğü bir gezegendir. Burada Lem’in kahramanları geminin personeli olan doktor, mühendis, fizikçi, kimyager, sibernetikçi ve kaptandır. Kahramanlar, becerileriyle ve meslekleriyle ancak vardır.
‘Canlı bir ceset’
Kahramanlarımız, Aden’de bir fabrika bulurlar. Mühendis, fabrikaya bu delilerin işi der; bir deliler uygarlığı ile karşı karşıyayız. Kapalı devre çalışan, kendisini durmadan tekrar eden, ürünleri amaçsızca depolayan bir fabrika bu. Lem, buna ceset der, ama canlı bir ceset. Şöyle: ‘ Ne demek ceset? dedi Kimyager. Canlı bir ceset diye ekledi doktor. Sessizlik içinde biraz yürüdüler. Birileri bunun ne demek olduğunu açıklar mı dedi Kimyager. Kızmaya başlamıştı. ‘Çeşitli bölümlerin üretimi için düzenlenmiş bir sistem ve artık denetlemediği için, zamanla tamamen kullanım dışı kalmış’ diye açıkladı mühendis sonunda. İki yüz, belki bin yıl kullanım dışı kalmış bir sistem. ‘Merkezi yönetim sistemlerinin tümü, belli bir katsayı hızında bozuluyor ve...’ Evet, Lem’in kahramanları burada belli ki devletçi bir sistemi eleştiriyor. 1989’da Berlin Duvarı yıkıldığında herkes bu sistem yıkıldı sandı; hayır sistemin bir yüzü yıkılmıştı ve diğer büyük yüzü ayakta duruyordu. Şimdi bunun krizi var. Canlı bir cesetle karşı karşıyayız. Bitti. Peki, bundan sonrası nasıl olacak? En azından buraya kadar insanlığı getiren sisteme benzemeyecek. Stanislaw Lem’e saygıyla...