Antalya’da iki önemli toplantı gerçekleştirildi. Biri 19. Milli Eğitim Şurası’ydı. Şura’da ele alınan din dersinin 1, 2 ve 3. sınıflara da konulması ve Osmanlıca’nın zorunlu ders olması tavsiye kararları dolayısıyla medyada çok yer buldu ancak Polis Akademisi ve UTSAM’ın düzenlediği 6. Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Sempozyumu hak ettiği ilgiyi görmedi.
Sempozyumun bu yılki konu başlığı Bölgesel Gelişmeler ve Güvenlik adını taşıyor. Hem Türkiye’nin çözüm süreci hem bölgenin savaş koşulları ve bize etkileri ve terör-güvenlik konularının tüm dünyayı ilgilendiren yönleri ele alındı. Afrika’dan Balkanlara kadar Türkiye’nin çatışma alanlarına dair yeni iş tutma biçimini de ortaya koyan bir sempozyumdu.
***
Sempozyumda ele alınan konuların ve sunulan tebliğlerin en yakın zamanda matbu hale gelmesini umuyorum. Zira bugün üzerine konuştuğumuz, “bir kısım medya”da “mobil cihatçılar” olarak bahsi geçen “yabancı savaşçılar” olgusundan dünyadaki barış süreçleri ve uzlaşma deneyimlerine, medyanın (tabii ki sosyal medyanın da) bu süreçlerdeki rolüne ve terörizm haberciliğine, spesifik olarak IŞİD olgusundan Afrika ve dünyanın başka bölgelerindeki farklı örneklere uzanan pek çok konu ele alındı.
Güney Afrika’dan İRA’ya, Moro İslam Cephesi’nden ETA’ya kadar pek çok örnek konuşuldu. Bu örneklerin Türkiye’nin PKK ile yürüttüğü süreç ve Kürt sorununun çözümü konularında bize nasıl bir katkısı olabileceği bahsi de elbette çok önemli; fakat bugüne kadar mezkur konuyu Türkiye gündemine taşıyanlar -bir kaç kişi dışında- çoklukla çözüm sürecinde bardağın boş tarafını görme eğilimindeki kişiler oldu.
Bu örnekler üzerinden devlete edilen sitemin yarısı bile PKK’ya edilmedi.
PKK ile yürütülen çatışma çözümü sürecinde Türkiyeli aydınlar arasında bir kesimin yaklaşımı genellikle PKK’yı barışa değil savaşa ikna etmek şeklinde tezahür etti. 90’larda bile “önce silahlar sussun” diyen STK’lar PKK’nın “egemenlik haklarını” dert etmeye başladı.
***
Tam da bu vasatta medyanın terörizm ve çatışma çözümlerindeki etkisi çok önemli hale geldi. İki yıla yaklaşan çözüm sürecindeki en kritik evre olan 6-7 Ekim olaylarında bile PKK’ya ağız dolusu laf etmeyen dahası aynı bayat ve yalan tezi tekrar tekrar ısıtıp yazıya dönüştüren “Türkiye de IŞİD’e destek veriyor canım” diyenlerin algı mühendisliğine maruz kaldık...
Bu aydın tipi, çözüm sürecinin önündeki en önemli engellerden biri oldu; neredeyse müzakerenin bir tarafı olarak konumlandırdı kendini. Modaları çoktan geçtiği, tedavülden kalkmak üzere oldukları halde bu sayede ömürlerini uzattılar.
Çözüm sürecinin selameti için bu aydın tipinin rehabilitasyonu gerekiyor.
Gerçekten gerekiyor.
Medyanın artık bu denli etkili olduğu süreçlerde tıpkı müzakere devam ederken şiddet eylemleriyle süreci sabote etmeyi amaçlayan ‘spoilers’ gibi çatışmanın devamından fayda uman bu aydın tipi de tescillenmeli ve bir enfeksiyon kaynağı olarak hesaba katılmalı.
Türkiye’deki çözüm sürecinin belki de en özgül tarafını bu oluşturuyor.