Resmi adı, "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olan sözleşme, İstanbul'da imzalandığı için "İstanbul Sözleşmesi" diye anılıyordu.
Dün itibariyle Türkiye bu sözleşmeden çıktı.
Daha önce bu sütunda konuyu birkaç kez gündeme getirmiş ve sözleşmenin toplumumuzun moral değerleriyle bağdaşmadığını yazmıştım. O yüzden ya şerh konulmasını ya da sözleşmeden çıkılmasını savunmuştum.
Şerh işlemi bir hayli uzun ve zor olduğu için yönetim haklı olarak fesih maddesini işleme koymuş.
Başkan Erdoğan toplumun tepkilerine kulak vermiş ve kendinden bekleneni yapmıştır. Ülkenin çoğunluğunu oluşturan muhafazakâr kesim bu kararı alkışlamıştır.
Ben de alkışlıyorum.
Fazla detaya girmeye gerek yok sözleşme Avrupa toplumlarının ahlak normları göz önünde bulundurularak hazırlanmış, milli ve manevi değerlerimizle örtüşmeyen aksine aykırılıklar içeren bir metindir.
Kaldı ki bu sözleşmeye Yunanistan, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Hırvatistan, İsveç ve Fransa çekince koymuştur.
Bulgaristan, Macaristan, Çekya, Letonya, Litvanya ve Slovakyasözleşmeyi imzalamasına rağmen uygulamamıştır!
Polonya ise LGBT'nin kendi cinsiyet anlayışını sözleşme üzerinden topluma kabul ettirmeye çalıştığı gerekçesiyle sözleşmeden çekilmek için yasal süreç başlatmıştır.
İddia edildiği gibi sözleşme kadına karşı şiddeti azaltan bir fonksiyon icra etmemiştir. Sözleşmenin uygulandığı AB'de her hafta aile içi şiddet sebebiyle 50 kadın hayatını kaybetmektedir. Her 3 kadından biri 15 yaşından beri fiziksel/cinsel şiddet görmektedir.
İstanbul Sözleşmesi'ni 2014'de onaylayan Fransa'da her iki kişiden biri taciz ya da cinsel saldırıya uğramış, aile içi cinayetler 2019'da % 16 artmış ve 173 kurbanın % 80'i kadındır!
Türkiye'de "Kadın Meclisleri"nin verilerine göre sözleşme imzalandıktan sonra işlenen kadın cinayetleri azalmamıştır. 2011yılında 121, 2012 yılında 210, 2013 yılında 237, 2014 yılında 294, 2015 yılında 303, 2016 yılında 328, 2017 yılında 409, 2018 yılında 440 ve 2019 yılında 474 kadın cinayeti işlenmiştir.
Sözleşmeden çıkılması kadına karşı cinayetlerde geri adım anlamına gelmez/gelmemektedir. Çünkü sözleşmeden sonra çıkarılan 6284 sayılı kanun yürürlüktedir.
Anayasa, medeni kanun ve ceza kanunu kadına şiddete karşı gerekli düzenlemeleri içermektedir.
Sözleşmeden çıkışı AK Parti aleyhine kullanmak isteyenlere de hatırlatmak isteriz ki 2002 yılında 18 olan Kadın Konukevi'nin sayısı bu dönemde 145'e çıkmıştır.
AK Parti döneminde 81 adet Şiddet Önleme ve İzleme Merkezikurulmuştur. Bu merkezler sadece geçen sene 164 bin 945 kadın, 19 bin 012 çocuk ve 9 bin 494 erkeğe eve sahipliği yapmıştır.
Sözleşmeden çıkmak ayrıca kadın hakları meselesini LGBT odaklı tartışmaların tahakkümünden kurtarmıştır.
Kimileri sözleşmeden sonra hazırlanan 6284 sayılı kanunun da iptal edilmesini gündeme getiriyorlar ki, -yeniden yazılmasına itiraz etmem- bence kanunu dikkatlice okurlarsa sözleşmedeki değerlerimize aykırı hususların kanuna yansımadığını göreceklerdir.
Birinci maddenin 2. Fıkrasının a bendinde sözleşmeye yapılan atıf kaldırılır ve kimi ufak değişiklikler yapılırsa 6284 sayılı kanunun şiddetle mücadelede önemli bir misyon ifa edeceğini düşünüyorum.
Sözleşmeden çıkılmıştır ama kadına karşı şiddetle mücadeleyi içeren yasal düzenlemeler yürürlüktedir!
Sizce muhafazakâr kesim, dağdaki terörü sıfırlayan, sınır ötesinde teröre göz açtırmayan, Mavi Vatan'ı koruyan, Karabağ'ın işgalden kurtarılmasına destek veren. Ayasofya'yı ibadete açan, Taksim'e cami inşa eden, başörtüsü yasağına son veren, okullara seçmeli Kur'an ve Siyer dersi koyan, savunma sanayiini ihracat yapacak güce kavuşturan, sağlıkta destan yazan ve sözleşmeye gösterdiği haklı tepkiye kulak veren Cumhur İttifakı'nın adayı Başkan Erdoğan'ı bırakıp, LGBT'nin şemsiyesi haline gelen İstanbul sözleşmesini savunan ve terör örgütünün siyasi uzantısı HDP'ye sahip çıkan Millet İttifakına oy verir mi?
Umudunu kaybetmiş kimi muhafazakârların bile sözleşmeden çekilme kararıyla geleceğe yeniden ümitle bakmaya başladıklarını hatırlatarak soruyorum, verir mi?