Geçen hafta sonu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilmeyen istifası, birden siyaseti dalgalandırdı.
Birkaç saatlik dalgalanmanın hikâyesini özetlemeyeceğim.
Çünkü hikâyeyi farklı taraflarından okuyanlar, kendilerine göre yazıp konuştular. Bazıları, bu okumalarda niyetlerini, beklentilerini de açık etmiş oldular.
Muhalefet; nihayet Cumhur İttifakı’nın surlarında bir gedik açıldığı, AK Parti’nin nihayet ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya olduğu zehabına kapıldı. Çok sevindiler, çok mutlu oldular. Davutoğlu ve Babacan’ın sevinçleri 23 Nisan’da koltuklara oturan çocukları çağrıştırdı.
Cumhur İttifakı’ndan rahatsız cephe, hemen iki fitne kapısı açtı.
1. “Süleyman Soylu güçlenerek geri döndü. Erdoğan ilk defa zayıfladı.” dediler.
2. “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde asıl güç Devlet Bahçeli’dir” dediler.
Bu malûm cephenin (illet ittifakının) “Erdoğansız Türkiye” emelleri için üç hedefi var. Virüsle mücadele bile onları durduramıyor.
Birincisi, AK Parti içinde bölünme, çatışma çıkartmak.
İkincisi, AK Parti ile MHP’nin arasını açmak. Başka bir ifadeyle Cumhur İttifakı’nın dağılması için uğraşmak.
Üçüncüsü, Türkiye’nin yönetilemediğini, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin başarısız olduğunu her fırsatta seslendirmek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Soylu’nun istifasını kabul etmemesine çok bozuldular.
Muhalefetin tepkilerini kısa kısa hatırlatayım, mesele daha iyi anlaşılsın.
Kılıçdaroğlu: “Erdoğan’ı kurtarmak için Süleyman Soylu’nun istifa etmesini anlayışla karşılıyorum.”
Akşener: “Sayın Süleyman Soylu'ya göstermiş olduğu olgun davranış nedeniyle teşekkür ediyorum.”
Karamollaoğlu: “Soylu’nun istifası onurlu bir davranış. Ama bugün ülkemizde, yönetme kapasitesi düşük bir iktidar var.”
HDP: “İçişleri Bakanı, istifa etmesi beklenmeden görevden alınmalıydı.”
Davutoğlu: “Sayın Soylu ile Sayın Albayrak arasındaki bir rekabetten bahsediliyor. Soylu, istifası ile doğru bir karar verdi ancak arkasında duramadı…”
Babacan: “Gördük ki, Türkiye bu sistemle yönetilmeye devam edilemez. Sorumluluk nerede, kimin üzerinde kaldı, anlamadım doğrusu…"
Muhalefet bloğunun beklentisinin ne olduğu besbelli. Yukarıda özetlediğim üç madde.
İşin içine hissiyatın, siyasetin cilvelerinin, üslup hatalarının karıştığı ve ciddi sonuçları olabilecek bir badireyi iki sağlam irade ile atlattık.
Sayın Bahçeli, yine devlet adamlığı ile devreye girdi: "Böylesi kırılgan bir dönemde İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu’nun istifa niyeti, sürdürülen mücadele ruhunu sekteye uğratma riski taşımaktadır. Milliyetçi Hareket Partisi mezkûr istifanın kabul edilmemesinden ziyadesiyle memnundur…"
Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan noktayı koydu:
“İçişleri Bakanımızın bu konudaki sorumluluğunu üstlenerek gösterdiği hassasiyeti takdirle karşıladık. Ancak istifasını kabul etmeyerek kendisinden görevini sürdürmesini istedim. Terörle mücadele, tabii afetler sonrası yürütülen çalışmalar ve son olarak koronavirüs salgınında kamu güvenliğini sağlamadaki başarılarına yakinen şahit olduğum Sayın Bakanımız görevine devam ediyor."
Ders alınırsa, her tecrübe, sonraki engelleri aşmayı kolaylaştırır.
Son söz: Şahıslarımız ikinci plândadır, Cumhur İttifakını gözümüz gibi korumalıyız.