Gülen Cemaati mensuplarının gözlerimizin içine baka baka yalan söylemelerine alışığız. Bugüne kadar bu yalanların envai çeşidini dinledik kendilerinden. Mesela bazı operasyon gazetelerinin köşelerine yerleştirilmiş tetikçi kalemler vardı, “bizim cemaatten değil” diye yemin ediyorlardı. Ergenekon, Balyoz vb gibi davalarda görev yapan savcılar vardı, “kapımızın önünden bile geçmemiştir” diyorlardı. Aynı konularda nedense olağanüstü gayretler gösteren polis şefleri hakkında da “yüzlerini görsek tanımayız” açıklaması yapılıyordu.
Özel yetkili mahkemeler marifetiyle yürütülen davaların hiçbirine sahip çıkmıyorlardı.
Yürütülen operasyonların cemaatle bağlantısı konusunda her ne sorulursa sorulsun, “Allah Allah! bunu da nereden çıkardınız” pişkinliğiyle cevap veriyorlardı. Sözgelimi “Fenerbahçe’yi ele geçirip de ne yapacağız?” diyorlardı...
Cemaat sözcülerine göre, Hanefi Avcı cemaatin polis teşkilatı içindeki örgütlenmesini deşifre eden bir kitap yazdığı için değil, aşırı sol bir terör örgütüne üye olduğu için içeri atılmıştı... Ahmet Şık’ın yazdığı kitaba daha basılmadan bilgisayarında el konmasaydı darbe olacaktı...Nedim Şener de Dink cinayetinde cemaatçi polislerin rolünü anlatan bir kitap yazdığı için değil, Ergenekon darbe girişimine karıştığı için kendisini hapishanede bulmuştu...
7 Şubat girişimi içinde yer alan savcı ve polislerin de cemaatle uzaktan yakından ilgileri yoktu elbette. Son olarak 17 ve 25 Aralık girişimlerini kotarmaya kalkışan kadrolar hakkında bizzat hocaları “hiçbirini tanımam, etmem” açıklaması yaptı. Bu insanların hiçbirini tanıyıp etmiyorlar ama otomatik bir refleksle hepsine sahip çıkıyorlar. 22 Temmuz’da “tanımadıkları” polis şeflerine sahip çıkmak için sokağa dökülmeleri kendi yalanlarını tekzip eden fotoğraflardan sadece biri.
Ama zaten bu polislerin ellerindeki devlet imkânları sayesinde gerçekleştirdikleri hukuk dışı telefon dinlemeleriyle elde edilen bilgi ve kayıtları şantaj amaçlı kullandıkları da yalandı, iftiraydı! İnsanların yatak odalarına yerleştirilen kameralarla kaydedilen mahrem görüntülerinin şantaj için kullanıldığına dair söylentiler de olsa olsa bir şehir efsanesiydi!
İşin gerçeği şu ki Cemaatin bugüne kadar yaptığı savunmaların bir bölümüne inananlar oldu. “O kadarı da olmaz artık” diye düşündükleri için herhalde... Bir kısım iddiaların ise tevili kolay görünmüyordu. Onlarla ilgili olarak toplumun zihninin kenarında bir şüphe daima var olmaya devam etti. Ancak bugün ortaya dökülen kirli çamaşırlara baktığımızda çok daha iyi anlıyoruz ki şimdiye kadar dile getirilenlerin eksiği varmış, fazlası yokmuş...
MHP milletvekili Özcan Yeniçeri’nin başına gelenleri okudunuz. Ergenekon soruşturması kapsamında dinlenmiş, sonra mahkeme kararıyla yani yasal olarak gerçekleştirilen bu dinlemelerde elde edilen konuşma kayıtlarıyla kendisine şantaj yapılmaya kalkışılmış. MHP’li milletvekili şantaja boyun eğmeyip derhal savcılığa müracaat ettiği için bu dosyanın kapağı açılmış bulundu ama benzer durumda oldukları yıllardır söylenen siyasetçiler ve işadamlarının yaşadıklarını şimdilik sadece tahmin edebiliyoruz. Bu kişilerin sesli veya görüntülü kayıtlarının nasıl elde edildiğini ve neyin karşılığı olarak kullanıldığını da yakında öğreniriz.
Ancak mahkeme kararıyla ve polis marifetiyle yapılan dinlemelerin “siyasi şantaj” aracı olarak kullanılıyor olmasını gözaltındaki polislere can havliyle sahip çıkan cemaatin açıklaması lazım.
Ülkenin başbakanının yabancı ülke liderleriyle yaptığı telefon konuşmalarının dinlenip kaydedilmesini nasıl izah ediyorlar, onu da merak ediyorum. “Dinlemeler terör örgütlerine karşı yasal yollardan ve mahkeme izniyle yapıldı” diyenlerin bu telefon dinleme izinlerinin mahkemelerden sahte isimler adına çıkartılmasının sebebini de açıklamaları gerekir tabii.
Sadece bunlar değil, sorulacak daha çok soru var. Ve bütün bu sorulara cevap vermek zorundalar. “Polislere yönelik operasyon yolsuzluk iddialarını unutturmak için yapıldı” diyerek işin içinden sıyrılmak yok!