Esad’ın işkenceyle katlettiği 11 bin kişiye ait, insanın kanının donduran fotoğraflar bile bizim medyamızın ‘asıl ve mühim gündeminde’ bir değişiklik yaratmamış görünüyor.
Bu fotoğrafların bütün dünyayı ve vicdan sahibi herkesi sarstığı bir günde, medyamız ve siyaset erbabımız, MİT’in TIR’larıyla meşguldü hala!
Soykırımın kendisine bir anlamı veremeyenler, soykırımın Cenevre öncesi dünyaya duyurulmasını manidar buldu!
Otuz yıl boyunca süren bir savaşta MİT’in ve JİTEM’in, sayısız sivilin ortadan kaybolmasına, faili belli olmayacak bir biçimde öldürülmesine yol açan ve Mehmet Ağar’ın herhalde verdiği rakama dahil-bin operasyon yönettim demişti Ağar- operasyonlara ses çıkarmayanlar, bir gün Lahey Adalet Divanı’na çağrılıp kendi ülkelerinin bir haydut devlet, bir terörist devlet olduğuna yemin billah tanıklık yapmanın umudu ve hayaliyle yaşıyorlar!
Utanç verici günlerden geçiyoruz!
Esad’ın öldürdüğü 11 bin kişiye ait fotoğrafların medyada yer aldığı gün, bir gazetenin manşetten verdiği haber, TIR’larla alakalı olarak Türkiye’nin BM’lerde hesap vermek zorunda kalabileceğiyle ilgiliydi.
Siyasi öfke ve hınç bu kadar mı büyük bu ülkede?
Aralarında aynı dili-Kürtçe ve Türkçe- konuştuğumuz aynı dini paylaştığımız, aynı soydan ve aynı milletten olduğumuz insanların maruz kaldığı bir soykırımı görmezlikten gelmemize yol açan bu kadar büyük bir siyasi hınç ve öfkeyi anlamak nasıl mümkün olabilir ki!
Saddam Hüseyin’in çeyrek asır süren kanlı iktidar yılları boyunca giriştiği katliamlar nasıl ki Batı’da hiçbir zaman ahlaki ve siyasi bir sorun yaratmadıysa, şimdi de Esad’ın işlediği suçlar sorun yaratmıyor.
Esad’ın zulmünü, bizde de ‘siyasi sebeplerle’ meşru görmeye ve göstermeye çalışanlar var.
İşin acı olan tarafı bu.
Halepçe ve Enfal operasyonlarında kullanılan kimyasal silahların Batı’da üretildiği fabrikaların bacası bugün de tütmeye devam ediyor.
Peki Saddam’dan bu yana değişen nedir?
Bugün Suriye’de uluslararası toplumun ve Amerika’nın asla taşıyamayacağı ve daha uzun süre tavırsız kalamayacağı daha büyük bir katliamla karşı karşıya değil miyiz?
Esad rejimine peş peşe fırsatlar sunan, zaman tanıyan uluslararası toplumun, suça ortak olduğu bir soykırımdır bu.
Esad’ı cezalandırmak gibi uluslararası bir niyet yok ortada.
Oysa Saddam örneğinde durum tam tersiydi.
Saddam yakalandı, yargılandı ve idam edildi.
Hem de en erken ve en hızlı olabilecek bir süreç işletilerek.
Böylece, yüzyılın, soykırım suçları dahil, insanlığa karşı işlenmiş en amansız ve en zalim suçlarından sorumlu tutulan Saddam Hüseyin’in idam edildiği gün, salt bir diktatörün cezalandırılmasından ibaret olarak görülmemesi gereken ve işlenen çok sayıda savaş suçunun uluslararası ilişki ve bağlantılarını da ortaya çıkarması beklenen, bir dava, yarattığı bütün umutlarla birlikte sönmüştü.
Çeyrek asır sürmüş iktidarı yıllarında halkına her anı, her günü zehir eden, onu idam sehpasına götüren celladının ifadesiyle, ‘halkını öldüren, yıkan ve fakirliğe mahkum eden’ Saddam’ın suç ortakları, bir zamanlar işbirliği yaptıkları diktatörü ipe göndermede bu kadar aceleci davranmasalardı; Irak’ta bunca şiddet, kan ve gözyaşı varken, yani tam zamanıyken, bu dava muhtemeldir ki, Batı icadı diktatörlerin Batılı devletlerle kurdukları karanlık ilişkilerin aydınlanmasına da katkı sağlayacaktı.
Oysa Irak’ın yeni egemenleri, daha başından bu dava sürecinin böyle gelişmesine izin vermediler.
Şimdi de, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde çoktan yargılanması gereken bir diktatör, bugün Suriye’nin geleceğinde hala rol oynaması beklenen bir lider konumundaysa, bu her şeyden önce başta BM olmak üzere uluslararası camianın izlediği yanlış politika nedeniyledir.
Suriyeliler bu yanlış politikanın kefaretini, işkence tezgahlarında vücutlarına açılan cepler ve boyunlarına geçirilen kalın iplerle ödüyorlar.