Bu neyin devrimi?
Bakmayın siz bir çevresel hareket olarak ilan edilişine. İlk olarak 9-10 kişi ile başlayan çevre hareketi nasıl oldu da birden devrime dönüşebildi.
Hani diyorlar ya “iş, ağaç işi olmaktan çoktan çıktı”.
Çıktı da ne oldu?
Bir ara ne çabuk sattılar ağaçları. Sonra uyandılar da yeniden ağaçlara sahip çıktılar ya; neyse.
Şimdi bu hareketin sosyolojik açıklaması ne? Toplumsal tabanı ne?
Tamam, Tahrir olmadığını söylüyorsunuz. Çünkü Tahrir ile hiç alakası yok eylem tabanının. Bir ara Wall Street işgal hareketine benzetmeye çalıştınız, o da olmadı. Çünkü orada fakirler zenginlere karşı ayaklanmıştı. Oradaki hareket sosyal ve toplumsal bir hareketti. Burada ise zenginlerin fakirlere karşı isyanına dönüştü iş.
Orada “yüzde 1 için yüzde 99 hayır” denilerek finansal sektöre, bankalara-borsaya karşı halk eylemi olmuştu.
Burada ise bankalarla beraber veya en azından o patronların kollarında şekilleniyor-besleniyor hareket. Azınlığın çoğunluğa baskısı izaha muhtaç kalıyor burada.
Sahi, siz neyin devrimcisisiniz!
Ben size söyleyeyim.
Siz en iyisi Ukrayna devrimini esin kaynağı alın. Size en iyi gidecek isim benzerliği Ukrayna’daki “turuncu devrim”dir.
Siz de bu hareketin ismini “yeşil devrim” koyun.
Haaa, o devrimi Soros mu şekillendirmişti? O devrim sonradan anlaşıldı ki küresel bir operasyon muydu? Boşverin siz bunu.
Nasılsa yüzde 50 bir tebaa var. Onlar itaat üzerine hareket ederler, anlamazlar.
Devam edin.
SERİ KATİL
Eskiden mahalle kabadayıları vardı. Mahallenin namusu onlardan sorulurdu ama naraları da sokakları inletirdi.
Şikayet ettiler,
Baskıdayız dediler.
Eğitim şart dediler.
Sonra ortaya okumuş çocuklar çıktı. Düzgün giyimli, güzel konuşan ve güzel yazan çocuklar. Bir ara mahallede sinsi sinsi cinayetler başladı; baskılar ile farklı kişilikler aşağılandı. İkna odalarında ruhlar yakıldı.
Ama okumuş çocuklar gaz odalarında Yahudileri yakan Nazileri suçladılar hep.
Kravatlı okumuş çocuklar evlere gizliden grip hırsızlık yapmadılar. Evde ne kadar para olurdu ki. En fazla zaruri geçimlik paralar evde tutulurdu. Asıl büyük paralar bankalarda saklanıyordu. Onlarda doğrudan banka hesaplarından soymayı tercih ettiler.
Şiddet yoktu.
Gasp görülmüyordu.
Fakat soygun ailelerin bir aylık geçim parası yerine, bir ömürlük birikimlerini aldı götürdü.
Öyle güzel kamuflaj yöntemleri uygulanıyordu ki.
Yakılan arabalar süslenip sanatsal esere dönüştürülüyor, soygunlar sistemsel algılatılıyordu.
Mahalleliye ise yaşanılanların bir kader olduğu telkin ediliyordu. Kahrolası bankalar hep böyle soygunlara açıktı ama soyguncuları da ne güzel gizliyordu.
Görünüşte düşman gibi gösterilen bankalar, aslında soygun sisteminin bir numaralı aktörleriydi.
Katil, cinayetten sonra hiç çekinmeden cenazenin başında en masum kişi rolü ile bütün ezberleri bozmuştu. Hatta öldürülen bedenlerin başında en fazla ağlayan bizzat katilin kendisi nasıl olabilirdi?
Bu katile sosyolojik bir kişilik bulunmalıydı. Doğaçlama ve doğallama gerekiyordu. Katilin aklanması için, kabadayı görünümlü mahallenin koruyucusu suçlanmalıydı. Hatta hep bir ağızdan “katil o” diye hedef saptırılarak gerçek katil gizlenmeliydi.
Hem, kim oluyordu bu mahalle koruyucusu? Onun bir namus kavramı vardı ki bu kavram modern batılılaşmanın önündeki en büyük engeldi.
Balolar, kokteyller kısaca alkolizmim batı sembolleri batıdan daha ileri götürülmeliydi. Ama o var ya o; her şeye engeldi.
YEŞİL DEVRİM
Üç yıldan fazla bir süredir bankaların yeri ve konumunu tartışıyorum. Bankalar zenginliğimizin simgesi değil fakirliğimizin sembolü oldular.
Eskiden yüksek faizde nerede ise hiç faiz ödemeyen fakirler artık kredili tüketime alışarak net faiz ödeyicisi oldular.
Bu nedenle değil mi ki faizlerin binlere çıktığı dönemlerde zarar eden ve batan bankalar, faizlerin yüzde 4-5’lere düştüğü yıllarda kâr rekorları kırıyorlar.
Sahi yüksek faiz mi bela düşük faiz mi?
İyi ama bu faiz sistemini de son 4-5 yılda biz kurmadık mı? Ortaklık piyasasını hiç görmeden ekonomiyi sadece faize biz bağlamadık mı?
Bankaların daha çok müşteri bulması için milleti bankalara mecbur edip bankaların da milleti bankacılığa mecbur etmesini biz seyretmedik mi?
Ekonomiyi ucuz işçiliğe dayandırıp eksik geliri banka kredisi ile kapattıracak modeli IMF ile kurduktan sonra yıllardır ilelebet biz sürdürmedik mi?
Binlerce işçi sokağa atılırken sesi çıkmayan, çalışan haklarını paralı mahkemelere havale eden sistem IMF modeli değil miydi?
Yabancı sermayenin gelmesi için “makul kazanç imkanı olmalı” diyerek ortam sağlayan ekonomiyi biz yönetmedik mi?
Peki de bugüne kadar bu düzene karşı kim ses çıkardı?
Söyleyeyim.
Biz üç kişiydik.
Sadece üç kişi.
Şimdi sokaklarda işten haksız çıkartılmış binlerce insan dururken, yıllardır maaşları verilmemiş çalışanlar dururken insanın sorası geliyor: Ağaçlar ne kadar da değerli olmuş? Bu ağaç sistemi milleti soyan sistemi mi kamufle ediyor yoksa…
Sahi yıllardır yeşil sermaye deyip durduktan sonra yeşil devrime muhtaç olmak ta neyin nesi.
İnsanı bırakıp ağaca sarılmakta nedir?
Bu nasıl bir devrimdir ki son model araçlarla sokak aralarında bile kutlanabiliyor.
Bu nasıl bir devrimdir ki mahallenin en zenginleri sokaklara dökülebiliyor.
Bu nasıl bir devrimdir ki bir yumurta dahi pişirmemişler ellerinde tencere tava dolaşabiliyor.
İnsanın biraz utanası geliyor.
İnsanın biraz aynaya bakası geliyor.
İnsanın biraz yakıp yıktığı arabaları göresi geliyor.
Bizdeki devrimcileri özetlememiz gerekiyorsa sokaklara bakıp şunu söyleyebiliriz:
Kapitalistlerle el ele hep beraber Marksist devrime…
BORSA DERBİYECİSİ
Ekonomi medyasında sürekli borsa hareketleri üzerinden Başbakan’a ders çıkarması gerektiği belirtilip borsaya göre hareket etmesi öğüt ediliyor.
Bu öğütlerde bulunan arkadaşlara bir tavsiyem var.
Lütfen bu tavsiyenizi Aydın Doğan’a da iletin. Kendisinin “Türkiye Türklerindir” manşetli yayın organı reklam pastasının ana kütlesini götürmesine rağmen borsada bir türlü taraf bulamıyor. Tabiri caiz ise kimse Hürriyet istemiyor.
Eğer borsa bir terbiye aracı ise bu terbiyeden birinci derede ders çıkarması gereken kişi Aydın Doğan’ın ta kendisidir.
Borsaya göre terbiye olunacak ise Aydın Doğan Hürriyetini tez elden baştan aşağı yeniden gözden geçirmelidir. Hürriyet son bir yıldır borsadaki yükselişe ayak uyduramadığı gibi son düşüşte de en fazla düşen hisseler arasında yer aldı.
Borsa terbiyecilerine duyurulur.