Yasak Bölge 9’dan sonra yönetmen Neill Blomkamp’ın yeni filmi Elysium: Yeni Cennet vizyonda. Başrolde Matt Damon’ın yer aldığı film buram buram politika koksa da ‘yılın bilimkurgusu’ olmaya aday.
GÜNEY Afrikalı 30 yaşında genç bir yönetmen olan Neill Blomkamp’ın 2009 yılında çektiği Yasak Bölge 9 bütün dünyayı şaşırttı. Belki de tıkanmış olan bilimkurgu türüne yeni bir soluk getirecek kadar farklı bakış açısına sahip bir filmdi. Böyle olunca yönetmenin Hollywood’a transferi çabuk, yeni filmi merakla beklenir oldu. Bu hafta vizyona giren Elysium, gerçekten beklentilerimizi karşılayan bir film.
Kadrosunda Jodie Foster gibi sinemayı bıraktığını söyleyen bir efsane oyuncuyu barındırması da yönetmene duyulan sempatinin ürünü. Kadro önemli oyunculardan kurulu. Başrolde Matt Damon yer alırken, kötü adam Yasak Bölge 9’dan da hatırlayacağımız Güney Afrikalı Sharlto Copley, Damon’ın sevgilisini oynayan Brezilyalı Alice Braga, Meksikalı oyuncu Diego Luna ve tabii benim çok beğendiğim oyunculardan Brezilyalı Wagner Moura. Tropa De Elite’deki ‘faşist polis’ tiplemesiyle Elysium’da canlandırdığı sempatik ama biraz da kaçık çete reisi tiplemesi arasındaki fark, onun oyunculuğunun kalitesinin kanıtı aslında.
Filmin konusunu kısaca geçmek istiyorum çünkü burada önemli olan filmin siyasi göndermeleri! Yıl 2154, insanlar iki sınıfa ayrılmıştır: Çok zenginler Elysium adlı uzay istasyonunda, geri kalanlarsa yıkılmış dünyada yaşamaktadır. Dünyada yaşayanlar gezegenin yoksulluk ortamından kaçmaya çalışır. Ancak Elysium’dakiler dünyadan göçü yasaklayan yasalarla lüks ve konforlu yaşantılarını koruyabilmek için her şeyi yapmaya hazırdır. Konu bilindik, kapitalizm karşıtı bir yapı. Ama özellikle sağlık hizmetleri hakkında önemli göndermeler var. Hepimiz biliyoruz ki ABD’de bu konu büyük sorun. Artık kapitalist toplumun ezilenleri eğitimi, işi geçtik, paraları olmadığı için hastanelere gidemez durumda. Bunların en çarpıcı örneği de ABD. Amerikalılar’ın hastane veya sağlık hizmetlerinin pahalılığı yüzünden komşuları Kanada’ya gittikleri bilinen bir gerçek. Filmde de dünyada yaşayan ‘fakir güruh’ hastalıklardan ölürken Elysium’da bir makine sayesinde kanser hastaları bile iyileşmektedir. Elysium’un yemyeşil ormanları, masmavi gölleri ve takım elbise, kravat giyen yöneticileri vardır. Damon’ın canlandırdığı Max karakteri yetimdir ve bir rahibe tarafından yetiştirilir. Max küçüklüğünden itibaren gökyüzünde gördüğü Elysium’a bakar ve “Ben de orada yaşamak istiyorum” der. Rahibe ise herkesin kaderini takip etmesi gerektiğini ve kaderinde olan olaylarla yüzleşeceğini söyler...
ASLINDA HEr yanımız ELYSIUM!
Burada yönetmen aslında dinin kaderci bakış açısına eleştiri göndermektedir ama bunu biraz korkakça yapmakta. Zaten filmde beni en rahatsız eden şey de buydu, belli belirsiz korkakça bakış açısının filmin bütününe sinmiş olması. Elysium’u daha ilk perdede gördüğümde Jacque Fresco’nun Venus Project’i aklıma geldi. Bilmeyenler için kısaca özetlersem Venus Project tamamıyla geri dönüştürülebilir enerji kaynaklarıyla oluşturulmuş süper modern bir şehir ütopyasıdır. Düşünür Jacques Fresco’nun yarattığı bu ütopya yurt dışında olduğu gibi ülkemizde de azımsanmayacak kadar desteğe sahiptir. Zeitgeist filmleri veya hareketini bu destekçilerin içinde sayabiliriz. Ama bir problem vardır, bu şehirleri inşa etmek büyük paralar ister. Yani bu şehirleri üretenlerin o şehirlerde yaşayacağını düşünürsek. Yine zengin sınıfın bir ütopyasıdır Venus Project. Tabii Elysium’a bu haliyle de çok benzer. Sonra düşündükçe aslında Elysium’un bir ütopya olmadığını da görüyoruz. Artık dünyanın her yerinde zenginlerin gecekondu mahallelerinin yanıbaşında yaptığı özel siteleri görebiliriz. Kendi güvenlikleri, kendilerine ait bir sosyal hayatları olan şehir içindeki şehircikler. Yani bizim küçük ölçekli Elysiumlarımız. Bunlar Türkiye’de de var. Peki niye insanlar kapitalizmin bu çarpık sonucunun kurbanları. Veya insanlar neden böyle bir vahşi yaşamı tercih ediyor? Neill Blomkamp’ın filminde aslında bu görülebiliyor. Koskoca dünya fakirlerle doluyken Elysium adlı küçük bir uzay istasyonu zenginlerin yaşadığı yerdir. Yani ortadaki zenginlik hiç bir zaman bütün dünya nüfusunun paylaşabileceği bir zenginlik değildir. Zaten kapitalizmin en büyük gücü de budur. Kapitalizmin karşıtı ideoloji sosyalizm ise bize zenginlik önermez. Daha doğrusu zenginliğin sağladığı refahı önermez. Sosyalizm asgaride eşit bir yaşam standardı sunar. Yani bir somun ekmeği 100 kişinin paylaşması sosyalizm ise 90 kişinin aç kalıp 10 kişinin o ekmeği yemesi içlerinden bir ikisinin de ekmek dilimi üstüne tereyağ sürebilmesi kapitalizm demektir. İşte insanların seçimi aslında bu. Azla yetinip dengeli bir dağılım mı yoksa insan doğasının açgözlülüğünden destek alan göreceli zayıfların üstüne basıp güçlünün herşeyi alması mı? Elysium’u izlerken kendime yönelttiğim soru da bu. Hepimizin bir gün bu soruyu cevaplaması gerekecek. Ve cevaplarımız bizim inanan, dürüst insanlar olup olmadığımızı ortaya çıkaracak. Şimdiye kadar insan ırkının buna verdiği cevaplar hiç de umut verici olmasa da can çıkmadıkça umut hep vardır. Elysium da finalinde zaten bunu söylüyor. Mutlaka seyredin derim bu filmi.
FİLMİN KÜNYESİ Yönetmen ve senarist: Neill Blomkamp Oyuncular: Matt Damon, Jodie Foster Tür: Bilimkurgu Yapım: 2013, ABD, 109 dakika.