Fransa gibi gelişmiş Avrupa ülkeleri de dahil olmak üzere dünyanın pek çok yerinde sokaklar protestocularla dolu. Talepler benzer. Gelir eşitsizliği, işsizlik, akaryakıt zamları, sağlık ve eğitim başta olmak üzere devletten beklenen hizmetlerin azlığı ya da aşırı pahalılığı...
Türkiye’de böyle bir durum yok çok şükür ama “ah, bir benzeri burada da olsa” diye bekleyenlerin tabela sayısı artıyor.
Gezi’de körüklenen duyarlılıkla hükümeti/Erdoğan’ı devirip Türkiye’yi teslim almak isteyenler hala istim üstünde anlayacağınız. Kitleleri sokağa davet edip duruyorlar.
Ayaklanın, itiraz edin, isyan edin, sokaklarda “barışçıl” gösteriler yapın, diyorlar.
Daha önce de 2013 Gezi olaylarını, 2014 Kobani kalkışmasını, 2015 hendek terörünü barışçıl olarak adlandırmışlardı.
Hatta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu 2018’de üzücü bir hadisenin ardından “İşçi kardeşim Meclis’e niye geldin? Git kendini Saray’ın önünde yak!” diyerek beslendiği yeri aşikar etmişti.
Bu ısrara, yönlendirmeye ve hatta kışkırtmaya rağmen toplum sakin, onlara uymuyor.
Neden acaba, diye sordum uzmanlara. “Erdoğan liderliğindeki Türkiye sıkıntıları aşmak için yakın, orta ve uzun vadeli politikalar üretiyor ve toplum bütün bu süreci gayet iyi değerlendiriyor da ondan” dediler.
***
Bunu destekleyen üç güncel veri var. Biri BM tarafından açıklanan insani gelişme endeksi. Diğeri TBMM’de onaylanan Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın bütçesi. Üçüncüsü ise asgari ücretin işçi memnuniyetiyle sonuçlanacağına dair duyumlarımız.
BM Kalkınma Programı ülkelerin İnsani Gelişme Endeksi’ni üç kategoride ölçüyor. “Uzun ve sağlıklı yaşam”, “bilgiye erişim” ve “insana yakışır bir yaşam”. Türkiye burada büyük bir sıçrama yaparak 189 ülke arasında 59’uncu sıraya yükselmiş. BM bu seviyeye “çok yüksek insani gelişme kategorisi” diyor.
Buna göre 1990-2018 döneminde beklenen yaşam süresi 13,2 yıl, ortalama öğrenim süresi 3,1 yıl ve beklenen öğrenim süresi 7,5 yıl artmış. Kişi başına milli gelir yüzde 122,1 yükselmiş.
Veriler 1990’lardan başlasa da endeksteki değişimin asıl aktörü -hakkı teslim edelim- 2002’den beri ülkeyi yöneten AK Parti’dir. 1990’lar siyasi, ekonomik ve sosyal krizler nedeniyle kabus gibiydi zaten. BM’ye göre 2002’de Türkiye “orta gelişme” düzeyinde ölçülüyordu. Vergilerin yarısından fazlası faiz ödemelerine gidiyor, sosyal devlet ilkesi yalan oluyordu.
Ülkeyi bu kısır döngüden Erdoğan liderliğindeki AK Parti çıkardı. Büyüyen ekonomiye paralel olarak bütçenin doğru kullanımıyla Türkiye sosyal devlet olarak da güçlendi.
***
Geçen hafta TBMM’de kabul edilen Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 2020 bütçesi bunun ispatı gibi. Adını koyalım. Yapılacak hala çok iş olmasına rağmen Türkiye sosyal politikalar alanında değerli bir devrimi an be an gerçekleştiriyor.
Bunun gündem girdabında kaybolup gitmesine gönlüm razı değil. Çünkü birileri ısrarla bizi aşağıya çekiyor. Emeğimizi, niyetimizi, enerjimizi emiyor, bizi yoruyor. Kötü muhalefetin yaydığı karbon monoksit yüzünden hak etmediğimiz bir atmosferde buluyoruz kendimizi. Oysa vaziyet öyle değil.
Dünya Bankasının sürdürülebilir kalkınma hedefleri atlasına göre, Türkiye dünyadaki yoksulluk oranlarını en fazla azaltan ülke olmuş mesela. Sosyal yardım harcamalarımız GSYİH'ye oranla 3 kat artmış. 2002’de 4 olan sosyal yardım program sayısı 2019’da 43 olmuş.
Bunlar müthiş sıçramalar. Üstelik sürekli geliştiriliyor, aksayan düzeltiliyor, güncelleniyor.Engellilerin eğitimi, istihdamı, sosyal hayata katılımı, kız çocuklarının okullaşması, kadın istihdamı, doğum-kreş yardımları, izinleri, evde yaşlı-hasta bakımı, işsizlik aylığı, genç işsizler, eşi vefat edenlere destek, devlet bakımındaki çocuklar, koruyucu ailelik modeli, yaşlı bakımı gibi o kadar çok kalemde düzelme var ki, bunları yok saymak kendimize büyük haksızlık. Kıymet bilelim ki niyetimizi ve istikametimizi bozmayalım.