Türkiye’nin çevresindeki istikrarsızlık kuşağı sürekli genişliyor ve derinleşiyor. Ukrayna sorunu Almanya ve Fransa’nın tüm çabalarına rağmen henüz çözüme kavuşmadı, pek de kavuşacağa benzemiyor. Suriye’nin, Afganistan’ın geleceği belirsiz.
Irak deseniz hala parçalanma tehdidiyle karşı karşıya. Mısır’da İhvan silaha sarılmayı tartışırken, Husiler Yemen’de iç savaşı tetikleyebilecek, dış müdahaleyi arttıracak tertipler içinde.
Komşumuz Yunanistan ise seçim taahhütleriyle dünya gerçekleri arasında sıkışmışlığın dertlerinden mustarip. Syriza-Anel koalisyonunun atacağı yanlış bir adım yaşadıkları krizin derinleşmesine, ülkenin kimliğini sorgulamasına, ciddi siyasi sarsıntılar geçirmesine neden olabilir.
Kafkaslar bir türlü durulmuyor. Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı çözülebileceğe hiç benzemiyor. Libya’nın kronikleşmiş krizinden, Nijerya’nın Boko Haram’ından kurtulacağı yok.
Filistin sorunu bildiğiniz gibi. İran Batı ile konuşuyor ama İsrail ile ilişkileri gergin. Hizbullah bir yandan Esad’a yardım ederken, diğer yandan İsrail ile hesaplaşmaya çalışıyor. Mülteci sorunu bölgedeki pek çok ülkenin istikrarını etkiliyor. İŞID’den söz etmek zaten gereksiz.
***
Doğal olarak listeyi uzatmak, Asya-Pasifik’teki sorunları, Somali’yi ve daha başka yerleri de katmak mümkün. Ama bu kadarı bile dünya siyasetinin ve tabii ki Türkiye’nin aynı anda ne çok krizle birden baş etmek zorunda olduğunu göstermeye yeter.
Üstelik de bunların hemen hiçbiri bugünden yarına çözülecek krizler, gerilimler değil. Birçoğuyla önümüzdeki on yıllarda da birlikte yaşayacağız. Uluslararası barış ve güvenliği korumakla görevli BM Güvenlik Konseyi de onları çözmeye kalkışmayacak. Sadece erteleyecek, her zaman olduğu gibi etkilerini sınırlamaya çalışacak.
Aslına bakarsanız biz de dahil o koltuklarda kim oturursa otursun aynı şekilde davranacak. Çünkü sorun Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olmaktan öte bir sistem sorunu. Uluslararası sistemin doğasından (ya da isterseniz algılanan doğasından diyelim) kaynaklanıyor.
Amerika’dan, Rusya’dan, Çin’den ya da İngiltere ile Fransa’dan mucize beklemek yersiz. Türkiye devlet olarak başarılı olmak, etkisini arttırmak, sorunlarından kurtulmak, 2023 vizyonunu gerçekleştirmek istiyorsa, tüm bu gerçekleri ve sorunları olduğu gibi görmek ve kabullenmek durumunda.
Yakınmanın çözüm üretmeye yararı yok. Eşitsizliği ve adaletsizliği veri olarak kabul edip üstüne siyaset inşa etmeliyiz. Gerçekleri gördüğümüz, gücümüzün sınırlarını bildiğimiz zaman başarılı olabilir, olayların akışını etkileyebilir, çıkarlarımızı koruyabilir, dostlarımıza ve müttefiklerimize destek verebiliriz.
***
Esasında Türkiye büyük ölçüde bunları yapmaktadır da. Ukrayna’daki krize rağmen Rusya ile olan ilişkilerini sürdürmesi, Kırım Tatarları gerekçesiyle sorunun içine çekilme çabalarına direnmesi, Suriye savaşına taraf olup dışında kalmayı başarması, İŞID ile doğrudan çatışmaya girmekte direnmesi AK Parti iktidarlarının başarı hanesine yazılacaklar arasındadır.
Kıbrıs sorununu yönetiliş biçiminin önemi, Kürt sorununu çözmek için atılan tarihi adımların niteliği de eminim ileride çok daha iyi anlaşılacaktır. Ancak bölgesinde ve hatta dünyada iddiası olan Türkiye bu tekil sorunların ötesinde, hayal ve özlemleri aşan daha kapsamlı bir strateji geliştirmek zorundadır.
Evet, AB üyeliği için çalışmak, NATO bağlarını güçlendirmek, Filistin sorunu üstünde söz sahibi olmak, belirli ülkelerde sempati duyulan muhalif gruplara destek vermek her biri kendi başına bir siyaset barındırabilir. Bu siyasetler haklı nedenlere de dayanabilir. Fakat ne yazık ki hepsinin toplamı bir strateji oluşturmaz.
Türkiye’yi sorunlar ötesinde ve üstünde tutabilecek, siyaset ve üslup tutarlılığı sağlayacak kapsamlı bir düşünce egzersizine ihtiyaç vardır. Değişen koşullara, yeni sorunlara uyum sağlamanın zamanı gelmiştir. Yakın geçmişe dönüp bakmak ve oralarda nelerin doğru yapıldığını araştırmak iyi bir başlangıç olabilir...