Ekonomiye ilişkin ilginç bir kayıtsızlık ve görmezlik durumu var. Bir tarafta ise müthiş övgüler diziliyor. Sanırsınız ki büyük mucize var.
Nerdeyiz biz?
Aslında tam gerçekleri bilmekte sıkıntımız da gittikçe artıyor. Veriler değiştiriliyor; seriler yenileniyor. Bazı temel bilgiler ise artık verilmiyor.
Ekonomiye finansal gözlükle baktığımızda övgülere mazhar gelişmelerden geçilmiyor. Oysa insani gözle baktığımızda ise büyüyen sorunlar seziliyor. Seziliyor; çünkü sosyal sorunları görebileceğimiz bir çok veri artık yayınlanmıyor.
Onca yıkımlar, darbeler, ölümler, soygun düzenlerine rağmen Cumhuriyet tarihi büyüme ortalaması yüzde 5,0'lerde.
Son beş yıllık büyüme ortalamamız ise yüzde 3,3. Son on yıllık büyüme ortalaması ise ancak Cumhuriyet tarihi ortalamasında; 4,9.
Bunca siyasi başarıyı ve gerçekleşen 'yeni Türkiye' hayalini sadece eski büyüme oranları ile imar etmeye çalışıyoruz.
Aslında imar da etmiyoruz, çalışmıyoruz da; resmen yan gelip yatıyoruz.
Toplam nüfusumuz 30 yaş ortalamanın altında olmasına rağmen 50 yaş ortalamanın altında 11,5 milyon emeklimiz var.
Devletin bütçesi hala yatırım yerine para dağıtan bütçe. Faiz piyasası hala tek belirleyici aktör. Sorunların şekli değişti ama temel çözümler hala uygulanamadı.
Ekonomide son 4-5 yıldır ele avuca sığacak tek bir reform var mı? İlk aklıma gelenler perakende yasası; tüketici yasası; kamu personel reformu hala sözlerde dolaşıyor.
Yeni ticaret kanunu yaptık da ne oldu? Sonradan lobiler istedi de değişti. Borsaya bakın şimdi; bir çok şirketin üst düzey harçları, huzur hakları şirketlerin karlarından daha fazla.
Bu akla temettü olmaz. Ortaklık piyasası gelişmez ve sanayi yerinde kalır.
DÜNYAYI BUHRANA SÜRÜKLEYEN MODELDEYİZ
Küresel ekonomik düzen 2008 yılından beri derin bir kriz içerisinde (buhran). Kapitalizmin devresel krizlerinden ziyade yapısal bir açmazda olduğunu görüyor ve ilginçtir ki yetkili ağızlardan da söylüyoruz.
Gelişmiş ülkeler nasıl ekonomik çıkmaza girdiler?
Bakmayın sizler borç krizine, konut krizine falan. Büyük ekonomik buhranların tek nedeni var; o da fakirle zenginin ayrışması.
Yani gelir dağılımının bozulması.
Bu ekonomik buhrana giden yolu kısaca özetleyelim: 1980'lerde başlayan Teacherizm ve Reagenizm özelleştirme ve özel sektörü desteklemeyi amaç edinmişti.
Oysa milyarlarca dolarlık özelleştirmelere rağmen devletler hiç küçülmedi. Daha fazla vergi toplamaya başladılar ama şirketlere boyun eğdiler. Küreselleşen büyük şirketler ne diyorsa o oldu. Şirketlerden vergi toplanamayınca vergiler tüketim üzerinden alt gelir gruplarının sırtına yüklendi.
Şirketleri besleyecek şekilde emek piyasası baskılanarak grev ve toplu iş görüşmeleri tıpkı 29 buhranı öncesi gibi polis zoruyla kısıtlandı. Geliri (ücretler) azalan çalışan kesimin imdadına bankalar yetişerek bol bol tüketici kredileri verildi.
Sokaklara, mağazalara bakınca tüketim eksilmemişti. Millet zengin gözüküyor ama gelirler azalıyordu.
Kredileşme sonrası huzurlu yaşam artık bir hayaldi.
Aslında 1950-60 ve 70'li yıllarda da kredileşme vardı. Ama o günlerde iş garantisi, reel ücret düzeyi çok daha iyiydi. Bankadan kredi kullanan kişi, yarın keyfi işten atılma korkusu yaşamıyordu.
Finansallaşma ve bankalar, bağımlılık sisteminin bir numaralı aktörü oldular. Finans lobileri en güçlü konuma yükseldi. Bağımsız merkez bankaları aslında bağımlı toplumun mimarlığını yapıyordu. Finansal istikrar ile de aslında siyasal istikrarın bekçiliğine soyunulmuştu.
Tek sorun halkın bağlılığıydı.
Ve halk paraya bağlandı.
Büyüyen bankalar artık sadece tüketici kredilerine eğildi. O kadar tüketici dostu oldular ki tüketemeyecekleri de tüketici yaptılar. Bir süre sonra ise çark dönmeyince kendi kendilerini tüketmeye başladılar.
Aynı durum devletlerinde başına geldi: Bir taraftan özelleştirmelerle gelir elde ettiler. Diğer tarafta bankaların beslediği büyük tüketici kitlesinin sırtından bolca vergi topladılar. Büyüdükçe de harcadılar.
Sonunda devletlerde de çark tıkandı.
Geliri azalan ama borcu artan emek piyasasının ümüğü sıkılmıştı. Ve geliri kesilen riskli kredililer bankaları birer birer batırmaya başladılar.
Devletlerde çıkmaza girdi. Bol para toplayarak sürekli genişlettikleri bütçeleri artık gelir toplayamaz olmuştu. Bütçe açıkları ve borç krizleri yeni vergileri gerektirdi. Ve fatura yine halka kesildi.
Kısaca sistem iflas etti.
Demokrasiler dahi rafa kaldırıldı.
Ekonomiye stok olarak bakmayı bırakıp birazcık akım olarak bakarsanız ne görürsünüz.
Aslında yok farkımız birbirimizden.
Sadece geriden takip ediyoruz.