-LİZBON-
Türkiye, son 30 yıldır aklına gelen her türlü yöntemi denediği halde, her kolu ayrı kesimi besleyen dev bir ahtapot haline gelen PKK terörünü bertaraf edemedi. Aslında devlet de terörün sona ermesini istemiyordu. Hatta marjinal bir grubu bölgedeki uygulamalarıyla bizzat devlet bu hale getirdi diyebiliriz.
Sadece son on yıldır terörü bitirme yönünde samimi gayretlere tanık olduk. Hem gönderilecek kamu görevlilerinde seçici davranılarak bölge ‘sürgün’ yatağı olmaktan kurtarıldı, hem de bütün engellemelere rağmen yoğun bir kalkınma hamlesi başlatıldı.
Terörist halkına karşı...
Örgüt, destek ve katılımı kökten bitirecek olan bu ‘tehlikeli’ teşebbüsleri var gücüyle engellemeye çalıştı. Şantiyeler basıldı, iş makinaları yakıldı, bölge halkı için hizmet eden görevliler öldürüldü. Diğer taraftan da devletin çözüm için atacağı her adım sansasyonel saldırılarla durduruldu.
Ancak özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın canı pahasına barış ısrarı, bütün engellere rağmen çözümün gündemde kalmasını sağladı. Bu tartışma süreci, çözüm konusuna kimin hedeflediğini ortaya çıkardı.
Görünen aktörlerden örgütünün yönetici kadrosundakiler, onlarca yıldır devam eden ezilenler üzerine kurulmuş yaşam tarzını bırakıp gerçek hayatla yüzleşme cesaretini bulamadıkları için bu düzenin bozulmasını istemiyorlardı. Bendeniz, benzer gerekçelerle Kürt siyasetini yürütenlerin de terörün yok olmasını samimiyetle istediklerine hiçbir zaman inanmamışımdır. Şayet bu çizgi, Meclis’te ve meydanlarda ucuz tahriklerden kaçınabilselerdi, kendilerini seçenlere en büyük katkıyı yaparlardı.
O cepheden sadece Öcalan, beklentileri sebebiyle çözümü isteyen tek karakter olarak ortaya çıktı ve normalde Meclis’teki temsilciler üzerinden yürümesi gereken süreç Öcalan üzerinden yürüdü.
Bu sabotaj yeni çıktı...
Ancak çözüm çabaları bu sefer de alışık olmadığımız bir yöntemle tekrar sabote edildi. Bu aşamada bize yıllardır ‘diyalog’ masalı anlatanların, farklı ırk ve inançtaki ecnebilerle bol bol sundukları hoşgörüyü kendi milletinden esirgeyerek çözüm istemeyenler cephesine katıldıklarını hayretle izledik.
Öte yandan sınırlarımızdaki gelişmelerin olumsuz yansımalarının da etkisiyle düşe kalka ilerleyen çözüm çabaları, yapılan ortak çağrı ile önemli bir aşamaya geldi.
Bu, önemli bir fırsattır...
Elbette her şey hallolmadı ama önemli bir fırsat yakalandı. Bu süreci Öcalan’ın başlatıyor olmasının ayıbı, söz verdikleri halde yeni bir anayasayı bu millete çok gören muhalefet partilerine aittir.
Neticede bu süreç tamamlanırsa, teröre zemin hazırlayan sebepleri ortadan kaldırırken bugüne kadar teröre tenezzül etmemiş diğer mağdur kesimleri de mutlu olacaktı.
Gelin görün ki, bu önemli çağrı ile birlikte, aşırı tepkilere veya basitleştirme gayretlerine de şahit olduk. Bu tepkilerin, doğrudan veya dolaylı terörden beslenenlerle bir zamanlar çok yakın oldukları iktidardan nemalanma muslukları kesilenlerden geliyor olması çok daha üzücü.
Bir ülkede yaşayanlar, bütün farklılıklarına ve ayrılıklarına rağmen bazı ortak değerleri, gelecekleri sözkonusu olunca bütün ayrılıkları bir kenara bırakıp bir mutabakat sergileyebilmelidir. “Benim düşmanlarım bitsin de isterse ülke de onlarla birlikte gitsin” anlayışı ortaçağda bile görülmemiş bir bencillik cinnetidir.
Ama 30 yıl aradan sonra tekrar ‘huzur’u tadan bu millete, artık hiç kimse çatışmayı, çözüm diye yutturamaz.
Ve... Uzun vadede hep benciller kaybetmiştir.