Mart 2008’den bu yana Star gazetesinde hemen hemen kesintisiz, hiç aksamadan yazdığım sinema yazıları, sekiz yıl sonra yine bir Bahar ayında son buluyor. Bu zaman zarfında gerek yerli sinemanın gerekse dünya sinemasının nabzını tutmaya çalıştım, katıldığım yerli ve yabancı film festivallerinden haberler ilettim, sinema sahasında çıkmış olan yayınları tanıtmaya çaba gösterdim, sinemanın iç dünyasına ve ruhuna ilişkin, duygusuna matuf unsur ve değerleri ortaya koymaya çalıştım. Moskova’dan Yakutsk’a, Kazan’a, Astana’ya, Almatı’ya, Brüksel’e, Varşova’ya, Krakow’a, Lodz’a, Tokyo’ya, Tahran’a, Saraybosna’ya, Şam’a, Kahire’ye, İskenderiye’ye, Nijer’e koskoca bir coğrafyada festival, fuar veya sinemaya ilişkin programlara katıldım ve intibalarımı yansıttım. Türkiye’de de değişik şehirlerde çeşitli seminer, konferans, film okuma, televizyon programı ve son olarak bir üniversitede ders verme gibi faaliyetlerde bulundum/bulunuyorum.
Dikkat edilirse, yerkürenin Doğu, Kuzey ve Güney parçalarında bulunma gayreti içinde oldum; önceki formasyonum gereği Batı’nın, çekim alanı içinde olan ilgi saham böylesi bir dönüşümle ihmal veya gözardı edilen diğer yörelere yöneldi ve orada daha sahici ve heyecanlı yaklaşım ve yönelimler keşfettiğimi belirtmeliyim. Gerçi ülkemizde olduğu gibi oralarda da Batı tarzı bir sinema duruşu yerli dinamiklerle hareket etme kaygısında olmak üzere ikili bir tavır alış sözkonusu olsa da, içgörüye dair fenomenal duruşların heyecanının diğerinin üstüne çıktığını ya da benim o şekilde algıladığımı ifade etmek istiyorum.
Türkiye’de Türk dünyası ve İslam ülkeleriyle bağdaşık ve işbirliği içinde nasıl sinema hususunda ortak bir zemin, platform meydana getirilir, çok kafa yordum, bağlantılar kurmaya çalıştım, yerli, yabancı kişilerle fikir alışverişinde bulundum. Ancak bu konuda pek bir mesafe alındığını söyleyemem. Bir sahiplenmeme ve göze almama, irade etmeme, kendine güvenmeme, aşağılık kompleksi içinde hareket etme, inanmama, asılmama eğilimi sözkonusu.
Aslolan, kesinlikle ümitsizlik olmamalı, sorunların üzerine yürünmeli, tartışmaya açmalı ve açık olmalı, yapıcı ve idealist olan yaklaşımların önü açılmaya çalışılmalı. Aksi takdirde, şikayet etmeye, yakınmaya, tenkit etmeye devam edeceğiz; öte yandan inşa edici atılımların da önünü açmamakla, destek olmamakla bu şikayet tavrı kangrene dönüşen bir kısır döngü olarak sürgit karşımıza çıkacak. Televizyon ve dizi salgınının her yanı sardığı bir ortamda, sinemadan söz etmek bazen marjinal kalıyor gibi görünse de, sinemanın büyüleyici gücünün hakkını vererek, burada kalıcı ve kurucu bir sanat mesaisinin gelecek kuşaklar için ne denli bir önem arzettiğini belirtmeye gerek yok sanırım.
Bundan sonraki sinema çalışmalarımı Hayal Perdesi sinema dergisinde sürdürmek niyetinde olduğumu belirterek, özellikle sayfa editörüm Bedir Acar’a minnetlerimi sunuyorum. Sağlıcakla ve hayırda kalın.