İlk kez Sarıkamış acısını dile getiren 120 filmiyle karşımıza çıkan Özhan Eren’in, bu kez Çanakkale savaşlarına kamerasını yönelttiği Son Mektup, milli heyecanın bir örneği olarak seyirciyle buluşuyor. Daha önce Fetih 1453 filmiyle ilgili olarak yazdığım, bu filmin artık sinemamızda tarihi yapımlar için bir çıta olarak kabul edilmesi gerektiği olgusu bu yeni filmde doğrulanmış oluyor. Gerçekten de Son Mektup, teknik detayları, bilgisayar destekli animasyon çalışması, özel efektleriyle bu çıtanın altına düşmeyecek şekilde beyazperdeye yüz ağartan bir yapım olarak aksediyor. DCP teknolojisinin verdiği sinemaskop görüntü projeksiyonuyla Çanakkale coğrafyasının görsel ihtişamı seyirciyi tamamen sarmalıyor. Diğer Çanakkale harbi üzerine filmlerin aksine hava çarpışmalarını öne çıkaran film, sinemamızda daha önce yapılmayan biçimde havadaki çekimleriyle göz dolduran bir görüntüleme sunuyor.
1950’li yıllardan başlayan film geriye dönüşle bizi Boğaz harbinin tam orta yerine taşıyor. Tayyareci Yüzbaşı Salih Ekrem’in keşif uçuşlarıyla ilerleyen görüntüler, bir hava saldırısına maruz kalan Nihal hemşireyle tanışmaları üzerinden Çanakkale’de yaşanan yüzlerce hikayeden birinin temel taşlarını örmeye başlar. Film boyunca tanıştığımız Tabip Yüzbaşı Ragıp, Erika hemşire, Nusret mayın gemisinin kaptanı Hakkı Yüzbaşı, ‘Küçük Gazi’ Fuat, Salih Ekrem’in küçük kızı Gülmelek, Nazmi Yüzbaşı, Rıfat Çavuş, Hasan Üstteğmen, Halil Binbaşı, Adil Yarbay tarihe geçen bu savaşta binlerce insanımızı sembolik bir anlamda temsil eder. Hikaye film boyunca duygusu oldukça yüksek bir tempoda ilerler ve deniz ve kara çarpışmalarıyla savaşın diğer fotoğrafları da tamamlanarak bir dönem filmi olarak tezahür eder.
Birinci Dünya Savaşı içinde bir cüz olan Çanakkale’nin Istanbul’a dönük yüzünün vurgulanması ve 1453 tarihinin öne çıkarılması filmin duruşu bakımından da önemli bir veri olarak belirir. Ayrıca Çanakkale’de müdafaa edilenin Anadolu şehirlerinin yanında Bakü, Saraybosna, Kudüs, Mekke ve Medine olduğunun altının çizilmesi filmin zihniyet ve algı bağlamında ne denli doğru bir yerde durduğunun da bir göstergesidir. Bir subayımızın attığı bu duygusal nutkun ardından bir hocanın yaptığı konuşma da toplumumuzun kutsal değerlerini hamasi olmayan üst bir söylemde iletilmesi bakımından oldukça kayda değerdir. Bu ve benzeri olgular, tarihimize bakan ya da bakacak olan sinema ve televizyon çalışmaları bakımından da bu eserin nasıl doğru bir çizgide olduğunu göstermektedir. Ayrıca Tayyareci Salih Ekrem ve Nihal hemşire arasında gelişen duygusal bağ, bugünlerde çığırından çıkan insan ilişkilerine bir örneklem teşkil etmesi açısından da manidardır.
Filmde baştan sona kotarılan teknik örgü, merkezdeki hikayenin (ve yan hikayelerin) içerik olarak seyirciyi sarmalayan yapısıyla birleştiğinde, tutarlı bir form seyirciyi bulur. Görüntü yönetmeni Uğur İçbak’ın havacılık tecrübesiyle birleşen çekimleri, karadan denize yapılan bombardıman sahnelerinin sahiciliği, kara vuruşmalarında şehit olan askerlerin acıklı görüntüleri, hastane sahneleri artık tarihi filmlerde oldukça başarılı olunacağının olumlu bir işaretleri olarak görülebilir. Filmin müzikleri, kendi aslen bir müzisyen olan ve mesela Kelebekler Sonsuza Uçar gibi hala unutulmayan film müziği besteleri yapan yönetmene aittir. Çanakkale ve Istanbul’dan şehir görüntüleri de lokal olsa da hiç fena durmamaktadır. Son Mektup, yakın zamanda gösterimde olan Kırımlı filmiyle, tarih şuurunu işleyen yapıcı eserlerden biri olarak sinema tarihindeki yerini almaya hazır görünmektedir.