O ne mutlu insanlar... O ne müreffeh ülke... O ne yüksek bir ahlak... O ne sevilen bir lider... Sağlıktan eğitime, devasa inşaatlardan silah sanayiine o ne ilerleme... Basınıyla askeriyle o nasıl bir kenetlenme savaş zamanı koşullarında... Mussolini İtalyasından söz ediyorum! O dönemde halkın sıkı denetlenen gazete ve radyo sayesinde dünyada ne olup bittiğinin bilincine varamadan, sinemalarda film öncesi gösterilen resmi propaganda filmlerinde maruz kaldığı faşist ütopya yalanından!
Belgeseliyle kurmacasıyla nasıl da hümanist filmler! Hastanelerdeki yeni doğan ünitelerinde özenle bakılan bebekler... Jimnastikten okçuluğa kadar spor yapan kadınlar... Mahallede kaybolan bir kızçocuğu için seferber olan izci oğlanlar... Fabrikalarda örnek bir verimlilikle çalışan, top mermileri üreten işçiler... Ve tabii bulunduğu balkonda halka hitap ederken coşkulu tezahüratlarla sözü kesilen “liderin gülüşü”... Kara Gömlekliler’in pek sevgili “Duce”sinin karizmasına diyecek yok iktidarının doruğunda. Tarihin onu nasıl lanetleyeceğini aklının ucundan bile geçirmiyor, kuşkusuz. Kibirli diktatörler her şeyi sonsuza dek kontrol edebileceklerine inanırlar. Mussolini de “Liderin Gülüşü”nde sık sık karşımıza çıkan “İnan, itaat et, savaş” misali oraya buraya yazılan sloganlarıyla halkını avucunun içine aldığını düşünüyordu. Son gülen iyi güler, dememişler boşuna!
Mussolini’nin Hitler’den farkı da bu belgesel sayesinde net olarak görülüyor. Führer, asla gülmez filmlerinde. Hep gergin ve öfkelidir. Bağıra çağıra konuşur. Bir yandan korkutmak ve sindirmek bir yandan 1. Dünya Savaşı’nın intikamını alma ve dünyaya hükmetme kararlılığını vurgulamak için... Duce ise mütemadiyen mütebessim ve müstehzi! Muhaliflerine mizahla yaklaşıp onlarla kısa filmlerle alay etmeyi tercih ediyor. Nazilerin anti-semitizmindeki karanlık ton yok... O propaganda filmlerinin tamamı milliyetçiliğin yüksek idealleriyle halkına hizmet eden bir liderin çalışmalarına ve halkının memnuniyetine odaklı! Marco Bechis’in deyişiyle “korkunç derece insani”...
32. İstanbul Film Festivali’ne ikinci kez konuk olan Bechis’in belgeselini izleme olanağı bulanları benim kadar sarsmış olmalı. Türkiyeli sinemaseverler onu “Garaj Olimpo” adlı filmiyle tanır. Arjantin’deki diktatörlüğün işkence ve katliamlarını son derece etkili bir sinema diliyle anlatan bu film ülkemizde gösterime girdiğinde büyük ilgi görmüştü. Arjantin’in yerli halklarının toprak hakkı üzerine çektiği “Kırmızı Adamların Toprağı” ise İstanbul Film Festivali’nin Sinemada İnsan Hakları Yarışması’nda Avrupa Birliği FACE Ödülü’nü kazandı. 24 ekranlarında Tematik Film Kuşağı’nda yayınladığımız bu film için aynı yarışmada bir yıl sonra jüri üyeliği yapan Marco Bechis’i Film Önü söyleşimize konuk etmiştik. Bechis geçen yıl Hrant Dink Vakfı tarafından düzenlenen Vicdan Filmleri Yarışması’nda da jüri üyeliği yaptı.
Bir kısmı savaştan sonra ilk kez izleyici karşısına çıkan resmi propaganda filmlerini arşivlerden seçmek çok zahmetli bir süreç olmuş. 8 milyon metre kayıt varmış! Onları restore edip art arda belli bir bakış açısıyla kurguladığı ve fona o dönemde büyüyen bir erkek çocuğunun anılarını koyduğu yalın tarz ise “Liderin Gülüşü”nün gücünü arttırıyor.
Filme eşlik eden görmüş geçirmiş sesin sahibi, büyüdükçe anti-faşist bir siyasi görüşü benimseyen Riccardo Bechis, yönetmenin babası! Bechis, propaganda filmlerini izlerken babasının anlattıklarından dolayı o döneme ve duyguya ne kadar aşina olduğunu fark etmiş, bu yüzden onun anılarını görüntülerle birebir örtüşmeyen, artlarındaki gerçeği hatırlatan bir unsur olarak filme eklemiş. Marco Bechis, sayesinde hem tarihten az bilinen bir kesiti arşiv görüntüleriyle öğrendik hem de bir yönetmenin nesnel kalarak öznel bakışını yansıtabilme becerisine tanık olduk.