Soma’daki facianın ertesi günü oradaydım. Ölü sayısının 145 olarak verildiği vakitlerdi. Başbakan Soma’dan henüz ayrılmıştı, ortalık sakin gözüküyordu.
Yol boyunca Soma ile ilgili haberleri almak için Twitter’ı takip etmiştim. Twitter provokatörlerinin geçtiği haberlere göre Soma’da “ikinci Gezi şahlanışı” vardı, madende hayatını kaybedenlerin yakınları “hükümet istifa” sloganları atıyordu.
Vardık ve gördük ki insanlar slogan atmıyor, sadece ağıt yakıyor. Kadınlar feryat ediyor, erkekler gözyaşlarını yüreklerine akıtıyor.
Bir kadın “Mustafam, Mustafam” diyor, öteki “Hasanım...” Bir başkası “doyamadım eşime” diye anlatıyor ahvalini.
Çocuklar babalarının mezarı başında nöbet tutuyor, bir genç kız babasının sedyedeki ölü bedenine sarılmış “bu benim babam, bu benim babam” diyor.
Madenin olduğu yerde ise tuhaf bir sessizlik var. İnsanlar alçak sesle konuşuyor, bir çığ felaketini önlemeye çalışırcasına...
Mucize bekleyen insanın insanüstülüğü ile dudakları kıpır kıpır duada...
Allah’tan ümit kesilmez şiarınca beklemede bir gün önce işe uğurladıkları civanlarını...
***
Acıya yaklaştıkça nutkunuz duruyor, ağlamak bir düğüm oluyor boğazınıza. Konuşmanıza mani o düğüm, ama iyi böyle, çözülürse o düğüm tutamayacaksınız kendinizi ağlayacaksınız çünkü.
Acısının büyüklüğü karşısında küçüldüğünüz o insanlardan utanıyorsunuz. “Ben kim oluyorum da bu acının sahiplerinin huzurunda gözyaşı dökebiliyorum.”
Böyle bir karışık duygu işte, “boğazımdaki düğüm çözülmese daha iyi” dedirtiyor size...
Elbet sorumlular bulunmalı, kimin zerre miskal ihmali ya da kastı varsa; bu kara yazgının hesabı onlara kesilmeli diyorsunuz.
Devletin hangi kurumu ise, patronsa patron, denetçiyse denetçi, her kim ise hesabını vermeli...
Öleni geri getirmeyecek ama bir daha kara bir ölüm tatmasın diye analar, eşler, evlatlar; en ağırından hesaba çekilmeli...
Bir de şu var tabii, yerin yedi kat altında, Türkçesini söyleyelim, havasızlıktan can verenlerin yakınları, ne deseler hakları.
Onlardan gelecek en ağır söz bile sineye çekilmeli, kulağa küpe edilmeli.
Ha bir de mobil provokatörler var, başkasının ölümünü fırsata çevirme yarışındakiler.
Bunun için tebdili kıyafet ile sahne alanlar, ölü yakını taklidi yapıp aklınca buradan Erdoğan nefreti körüklemeye, hükümet karşıtlığı yapmaya, cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi bir yıpratma zemini yaratmaya çalışanlar.
Mobil provokatörler, başkasının acısını yağmalayanlar, ne ölüme saygısı ne hayata sevdası olanlar bunlar.
Onlar ışıklı göğün altındayken bile yerin yedi kat dibindeki bir çukurdalar, alıp verdikleri her nefesi ziyan ediyorlar.
Ölü sayısını speküle ederek, gerçeği çarpıtarak, Soma’dan Gezi çıkartmaya çalışıyorlar.
Birleşmiş Milletler’i bile göreve çağırdılar.
İki de araba yakın ki anlayın Soma’nın Taksim olmadığını...
Somalıların sizi sopalarla kovalayacağını...
***
Son söz, “kaderin üstünde bir kader vardır” sözüne inananlara, kaza ve kaderin Allah’tan geldiğini bilenlere ve fakat bu yükün ağırlığını taşıyamayanlara;
Yakınını toprağa veren o güzel insanların metanetini örnek almalı, iki ‘yuh’a öfke kabartmamalı, sayıp sövse de biri, acısına hürmeten ağzınızı bıçak açmamalı.
Yok acıdan değil içine düştüğü çukurdan bağırıyorsa, başkasının acısını yağmalamak için oradaysa yani onun alçaklığıyla yarışılmaz zaten.
Ne işimiz var sizin o çukurda.
Bütün zekâlarını ve örgütlenme güçlerini nefretle harmanlayanların nefretine mi ayak uyduracaksınız?
Mobil provokatörlerin aklına mı uyacaksınız?
Soma’yı siz de mi Gezi sandınız?