Soma faciası yaşandığında bir konferans için yurtdışındaydım. Felaketi, acıyı ve tepkileri uzaktan izleyebildim. O halde dahi çok yakıcıydı yaşananlar.
Evvela, yaşamını kaybeden, inancımıza göre şehit olan 301 kardeşimize Allah’tan gani gani rahmet diliyorum. 40 liralık günlük yevmiye için her gün toprağın altına giren, kimisi kaza günü kendini dışarı attıktan sonra arkadaşlarını kurtarmak için yeniden madene girip can veren kahramanlar onlar. Nur içinde yatsınlar.
Acılı ailelere de baş sağlığı, sabır ve metanet diliyorum. Gerek devlet, gerekse sivil toplum, dul eşlere, yetim çocuklara sahip çıkmak için kolları sıvamalı. Geçici değil kalıcı bir yardım ve destek sağlanmalı.
Ve elbette yaşanan felaketin sorumluları hesap vermeli. Benzerlerinin yaşanmaması için önlemler alınmalı.
Kimdir peki bu sorumlular?
Kuşkusuz, en başta, madeni işleten şirkettir. Onun patronudur, yöneticileridir, onları denetleyen müfettişlerdir. Bir yıl önce televizyonlara çıkıp “500 kişilik yaşam odaları yaptık” diyerek yalan söyleyip şişinen zattır. Kazaya sebep olan tüm muhtemel ihmaller teknik incelemeyle ortaya çıkarılmalı, hesabı mahkemede sorulmalıdır.
Peki ya iktidar?
İktidar, doğrudan değilse de, Türkiye’nin iş güvenliği standartlarını, Sayın Cumhurbaşkanı’nın da işaret ettiği “gelişmiş ülkeler” düzeyine çıkaramadığı için sorumludur. 2011 yılında Devlet Denetleme Kurulu tarafından önerilen “madenlerde sağlık ve güvenlik sözleşmesi”ni hayata geçirmediği için sorumludur.
Bu sorumlukları belirtmek, iktidar düşmanlığı anlamına gelmez. Öyle olanları onaylamak anlamına da gelmez. İktidar sorumluluklarının dürüstçe ve açıkça tartışılamadığı toplumlarda da iktidarlar hatalarını düzeltemez, zaaflarını gideremez.
Görmemiz gereken en temel gerçek ise, Türkiye’nin, ne yazık ki, henüz “gelişmiş” değil, “gelişmekte olan” bir ülke oluşudur. Konu bilhassa iş güvenliği ve sosyal güvenceler olduğunda, Batılı demokrasilerin çok gerisindeyiz. Son 10-12 yılda önemli adımlar attık, ama kendimizi dev aynasında görüp duraksayamayız. Bizim madenlerimiz, Amerikan madenlerine kıyasla 300 kat daha fazla işçi ölümüne sebebiyet veriyorsa (ki TEPAV’ın ilgili raporuna göre öyle) daha almamız gereken çok mesafe var demektir.
Mesele, sol söylemin ezbere sorumlu ilan ettiği “kapitalizm” ve “özelleştirme” de değildir. (Kapitalizmin kaleleri ABD ve Almanya’daki yüksek standartlardan da gözüktüğü üzere.) Mesele, yüksek teknoloji, sıkı denetim, detaya dikkat ve en önemlisi “insan hayatına değer vermek”tir. Devletten özel sektöre kadar her kadememize işlemiş olan üstün-körücülük, adam-sendecilik, bir-şey-olmazcılık kültürünü aşabilmektir.
Peki ya fecaat sonrasında yaşananlar?
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın mütevazi, içten, fedâkar gayretini ben de takdir ettim. “Devlet adamı, böyle olmalıdır” dedim. Buna mukabil, “tekme” vak’asıyla, “tokat” ifadesiyle ortaya çıkan tabloyu yadırgadım. Üzücü buldum.
İktidar sahipleri görmelidir ki, bu gibi büyük facialar kitlelerde acı yanında öfke ve tepki de doğurur. İnsanlar, belki yersiz bile olsa, yuh çeker, protesto eder. Devlete düşen, bunları tahammülle karşılamak, alttan almak, yatıştırmaktır.
Son olarak, son günlerin en mide bulandırıcı sözünün, Somalı madencileri AK Parti’ye oy verdikleri için felakete “müstahak” sayan akıl almaz yorum olduğunu da belirteyim. Bu hezeyanın sahibi olan zat, başta Somalılar olmak üzere acilen tüm milletten özür dilemeli. Nefret damlatan kalemini de ya esaslı biçimde düzeltmeli ya da tümden bırakmalı.