Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nu kutluyorum. Bir süredir, tepki görme ve bulunduğu camia ile arasına mesafe koyma pahasına bile olsa sağlıklı duruş sergiliyor.
Benim ısrarla “sözümona” tanımlamasıyla andığım akademisyen bildirisine tepki verdi. Şöyle dedi:
“Kanlı terör örgütü PKK’ya bir cümlecik dahi aleyhte konuşmadan sürekli ama sürekli Türkiye Cumhuriyeti’ne söz söyleyenleri mütareke döneminin işgal altındaki sözde aydınlarının kalıntıları olarak niteliyorum.”
Mersin’de düzenlenen meslek içi eğitim toplantısında ise “Tayyip Erdoğan seninle gurur duyuyor” sloganlarıyla alkışlı protestolar karşısında kürsüye çıktı ve şöyle dedi:
“Terör örgütüne, ‘Neden 3 yıl boyunca hendek kazdın, keskin nişancı eğitimleri verdin, asfaltların altına bombaları hangi barışçıl amaçla döşedin’ diye sorgulamadan, varsa yoksa ‘Devlet suçludur’ dendiğinde, kusura bakmayın ben de şunu söylüyorum: Bu devlet yıkılırsa, hepimiz ve demokrasimiz devletin altında kalırız. PKK’ya terör örgütü dedim, bu kanlı savaşın bir numaralı sorumlusu ilan ettim diye ben baskıcı faşist, anti-demokrat mı oluyorum? Hepimizin burada tuzu kuru, yarın bu tuzların kuruluğunu ararız. ....devletin karşısında bilinen en kanlı terör örgütünü bir özgürlük ve sevgi yumağı olarak göstermek isteyenlere vereceğim cevap ‘Hadi oradan sen de’ olur.”
Hiç şüphesiz Feyzioğlu doğru yerde duruyor ve bu duruşu, belki kendisini Barolar Birliği Başkanlığına da getirmiş olan ama bugün Türkiye’nin akış seyri içinde düşünce çizgisi itibariyle farklılaşmış bir grubun önünde yapıyor.
Bu farklılaşmayı da önemsemek gerekiyor.
Farklılaşmanın sol içinde bir “millilik farklılaşması” olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Feyzioğlu’nun CHP ile bağlantısı biliniyor. CHP ise kendisini solda tanımlayan bir siyasi yapı. Muhtemel ki Barolar Birliği bünyesinde hem CHP’li hem kendini solda tanımlayan epeyce kalabalık bir topluluk vardır ve onlar da Feyzioğlu ile uzun süre birlikte yürümüşlerdir.
Şimdi nereye gelmiş olduk?
Solun “Anti - Erdoğan, anti - AKP” sloganı etrafında Selahattin Demirtaş’ın arkasına dizildiği ve HDP’ye yüzde 13 oy ile 80 milletvekilinin kazandırıldığı günleri yaşadık.
O dönemde bile Demirtaş CHP tabanı sola “Türkiyelilik oltası” sundu.
Bizde sol kendisini “çok derin siyasi bilinç sahibi” zanneder. Ama birileri çıkıp ortaya bir sevimli olta attı mı, gider boğazını o oltaya saplar.
“Türkiyelilik oltası” Selahattin Demirtaş Washington’a, Brüksel’e gidip gelirken hangi uluslararası mahfellerde pişti, bunları sol okudu mu bilinmez ama 7 Haziran’da gazetelerde anlı şanlı yorumlara imza atan pek çok ünvanlı solcunun, gırtlağını o oltaya sapladığı açıktır.
Feyzioğlu’nun ana mekanı olan ve hani her şeyini kaybetse 6 Ok’tan biri olan “ulusalcılığı”nı kaybetmeyeceği sanılan CHP’de bile, söylemi HDP ağzına göre yamulanlar çok oldu ve halen var.
Şu “sözümona” akademisyenler içinde Feyzioğlu’nun çok sade mantığını idrak edemeyecek onca imza bulunması ne kadar gariptir!
Feyzioğlu’nun çizgisi, -ne kadar netleştiği ayrıca değerlendirilebilir- bana göre öncelikle CHP’de ama daha genel anlamda solda bir “millilik ayrışması”nın işaretidir.
Kuşkusuz geç kalmış bir ayrışmadır.
Bunda “İslam’a mesafeli” olmanın etkisi vardır. O da çok sorunlu bir durumdur. Sırtını milli mücadeleye dayadığını iddia eden bir CHP’nin “İslam’la mesafeli olması” kadar abes bir durum olamaz.
Millilik ile İslam da Türkiye’de birbirinden asla ayrıştırılamaz iki aidiyettir.
Şu anda CHP’nin önemli bir kesiminin Ortadoğu’da oynanan Rus - Batı oyununa bakarak, onların İslam toplumlarını ayrıştırma politikasına bakarak, Kürtler üzerinde oynanan oyunlara bakarak, reel politikayı bir kenara bırakmama özeni saklı kalmak şartıyla, en azından “milli bir duruş” hassasiyetine yönelmesi kaçınılmazdır.
Orada diyelim Tayyip Erdoğan’a, Davutoğlu’na eleştiriler yöneltilebilir ama ülke ve millet önceliği itibariyle onlarla gönül birlikteliği içinde olmamaları mümkün değildir.
Feyzioğlu’nun “Devlet yıkılırsa hepimiz altında kalırız” sözü, bence bu ülke ve millet önceliğinde buluşuyor olduğunun ifadesidir.