“Her şeye rağmen bu ülkede adaletin, hâkimlerin olduğu kabul etmemiz gerekiyor. Cesur, yürekli, hukukun üstünlüğüne inanan, haksızlıklara karşı karar alabilen hâkimler Türkiye'nin önünü açıyor.”
Bu sözler, Türkiye’de adaletin olmadığını söyleyerek yürüyüş başlatan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na ait. CHP lideri, Yargıtay’ın Mayıs 2016’da verdiği Ergenekon kararı sonrasında ‘bu ülkede adaletin olduğunu kabul etmek gerektiğini’ söylüyordu.
Kılıçdaroğlu’nun adalet’ten ne anladığı tam bilinemediği için, yargıya yönelik söylem ve tavırları da anlaşılamıyor. Bir gün bakıyorsunuz zehir zemberek sözlerle hâkim ve savcılara hakaretler yağdırıyor, bir başka gün hâkim ve savcıların etki altında bırakılmaması gerektiğini söylüyor.
Bir gün mahkemelere engizisyon mahkemesi, yargıçlara “sarayın kapıkulu, hukukçu kılığına girmiş düzenbaz, iktidar taşeronu” diyor, diğer bir gün cesur kararlarından dolayı yargı mensuplarını övüyor.
Denilebilir ki, mahkemeler doğru yaparsa övüyor, yanlış yaparsa eleştiriyor. Keşke öyle olsa… Kılıçdaroğlu’nun yaptığı kendi lehine olanı övmek, kendi aleyhine olana sövmek… Yani adaletin tecellisini istemek, adil bir kararı kabullenmek değil.
Kararlarını beğendiğimiz veya beğenmediğimiz mahkemelerle ilgili eleştirel yaklaşım hakkına sahip olabiliriz, ama hakaret ve sövgü, aşağılama, mahkemeyi tanımama apayrı vekabul edilemez bir tutumdur. Kılıçdaroğlu’nun yaptığı tam da budur.
Seçim sonuçlarını beğenmeyince YSK’ya ‘kumpas kuran çete’ demek, YSK üyelerinin meşruiyetini sorgulayıp hakaret yağdırmak bir tür ‘eleştiri’ değildir.
Kılıçdaroğlu, dün yaptığı konuşmada gazetecilerin tutuklu yargılanması konusunu ele alıyor ve tutuksuz yargılama kararı veren mahkeme üyelerinin açığa alındığını söyleyerek şöyle diyor: “Bir hâkim savcı karar veriyorsa uymak zorundayız.” Çıkan karar kendi istediği gibi olduğunda ‘karara uymak gerektiğini’ söylüyor.
Peki, madem ‘bir hâkim ve savcı karar verdiğinde uymak gerekiyorsa’ sen niye yollara düştün, niye verilen kararı tanımayıp yürüyüş başlattın?
Mahkeme kararları hoşuna giderse ülkede adalet var, hoşuna gitmezse adalet falan yok…
Bekir Bozdağ’ın dediği gibi “İstediği kararı veren hâkimleri övmek ve istediği kararı vermeyen hâkimleri ise yermek, hukuk devletine inanmış birinin yapacağı iş değildir.”
Adalet tüm erdemlerin kraliçesi olarak adlandırılır. Adaleti öncelikle herkes için ve her zaman için en asil erdem olarak kabullenmek ve yüceltmek gerekiyor. Adalet, hak edene hak ettiğini vermektir. Kamusal, toplumsal veya siyasal tüm düzenlerin temelini de adalet olgusu oluşturur. Siyasetin ahlaki amacı da adaleti sağlamaktır. Adaleti sadece yargısal bir konu gibi görüp hayatın diğer alanlarında yüceltilmesi gereken bir değer olduğu unutulursa kuşatıcı bir adalet erdemine ulaşılamaz. Kılıçdaroğlu’nun öncelikle Adalet’i birilerinden istenilecek ve alınacak bir değer olmadığını, kendi hayatından başlayarak, siyasette ve her alanda uygulanması gereken bir değer olduğunu anlaması gerekiyor. AK Parti, siyasetin amacı olarak adaleti yüceltmeye çalışırken, Kılıçdaroğlu adaleti sadece hoşuna gitmeyen yargı kararlarıyla hatırlıyor.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarındaki mantık hataları, zikzaklar, tutarsızlık ve çifte standartlar CHP’nin siyasi tablosunu ortaya koyuyor. Kendi yürüyüşünü kendi boşa çıkaran, kendi iddiasını kendi çürüten, kendi lafına kendi cevap veren bir hal…
Hele bir de sokakta grup toplantısı yapmaları var ki, evlere şenlik. Bir ara HDP’liler de Diyarbakır’da grup toplantısı yapmaya kalkıyorlardı. Oysa Partilerin Meclis Grup Toplantıları sadece Meclis’te yapılabilir. AK Parti milletvekilleriyle genel merkezde bir araya geldiğinde grup toplantısı değil istişare toplantısı diyor. Eğer toplantıyı sokakta yaparsanız onun adı sokak toplantısı olur. Sokak siyasetinin grup toplantısı da zaten sokak toplantısı olur…