Türbana ortaokul düzeyinde getirilen serbesti, tamamen bu kararın yanındayım, ama dövme ya da kolsuz bluz yasaklarının anlamsız bir biçimde hala sürmesi, sürdürülmesi hatta bu yasakların savunulması, özgürlüğün türban üzerinden tartışılması ama esas özgürlük düşmanı olan ders müfredatının mevcut yapısına kimsenin kafayı takmaması okul meselesini Türkiye gündeminin, bir kez daha, tam da göbeğine oturtuyor.
Bu “Eğitim” yazım Star gazetesi ve internet okurlarının önüne 5 Ekim Pazar günü ulaşacak.
Yarın, 6 Ekim, İstanbul’un kurtuluş günü.
Yukarıda “esas özgürlük düşmanı olan ders müfredatının mevcut yapısı” derken bu ifadeyi boşuna kullanmıyorum.
Siz okurlardan küçük bir istirhamım olacak, çevrenizdeki her yaştan, her eğitim düzeyinden insanlara İstanbul’un kurtuluş günü olan 6 Ekim’in senesini bir sorun, benim gözlemlerim çok ağırlıklı bir bölümün 1922 diye cevaplayacağı yönünde.
Oysa, İstanbul’un kurtuluş günü 6 Ekim 1923’dür ve yaklaşık herkes 6 Ekim 1922 diye bilir, İzmir’in kurtuluş günü olan 9 Eylül 1922’den bir ay sonra ordularımızın İstanbul’u da teslim aldığını zannederiz.
Neden mi öyle zannederiz, çünkü muhtemelen bir zamanlar, birilerine, İstanbul’un kurtuluş gününün Cumhuriyet’in ilanından iki hafta önce, Lozan’dan da sonra olduğunu söylemek, yazmak, öğretmek doğru gelmemiş, yalan da söylenemeyeceği için İstanbul’un kurtuluş günü olan 6 Ekim, bu kurtuluş da büyük ölçüde temsili bir devir teslim, senesiz bir gün olarak ifade edilegelmiş hep.
Okul böyle bir yer olmayı sürdürdüğü, örnek olarak veriyorum, 6 Ekim’in Lozan’dan sonraya sarktığı ağız dolusu söylenemediği sürece küçük öğrencilerimiz, kızlarımız, erkek öğrenciler, türban taksalar ne olur, takmasalar ne olur, dövme yaptırsalar ne olur, yaptırmasalar ne olur?
Okul kavramına bizlerin yüklediği anlam büyük ölçüde insanların forme edildiği, disipline edildiği, hizaya sokulduğu bir ortam.
Bu forme edilme, disipline edilme, hizaya sokulma süreci neye karşı bir süreç peki?
Çok muhtemelen sokağa karşı yani formasyonsuz, disiplinsiz, hizasız olduğu düşünülen bir ortama karşı okul bu işlevleri üstleniyor.
Eğitimi kemalistler yönetirken de böyle idi, bugün de böyle, hedefler biraz farklı olabilir ama yöntemler aynı ve bence eğitim süreçlerinde temel belirleyici de yöntem.
Eğitim süreçleri geleneğini hele de modern (!) denen eğitim sistemini bizde askeri okulların serencamı belirlemiş, askeriye dışı ortamlar da başıbozuk olarak nitelenmiş.
Başka bir ifadeyle de okul düzen, disiplin, okul dışı ortamlar da, mesela sokak, başıbozukluk kavramları ile tanımlanmış bir ölçüde.
Oysa, 21. Yüzyılda okul ortamı, şayet çağın ekonomi gereklerine uyulacak ise, yaratıcılık özendirilecek ise, sokağa oranla çok daha özgür bir ortam olmalı.
Okulun temel işlevi disipline etme, forme etme değil, tam tersine her öğrencinin kendi fıtrî yani doğuştan gelen tavanını bulabilme, yakalayabilme ortamı olmalı.
Bu fıtrî tavanı yakalayabilme ise, şiddet ve şiddet çağrısı, uyuşturucu dışında ancak mutlak bir özgürlük ortamı içinde mümkün.
14 yaşında bir kız sokakta türban takıyorsa okulda haydi haydi takmalı, aynı yaşta bir genç dövme yaptırarak kendini daha iyi ifade ettiğini düşünüyor ise, buna mutlaka izin verilmeli.
Okul ortamı sokak ortamından daha az özgür, daha bağlayıcı bir ortam olacak ise oradan ancak tornadan geçmiş kafalar, memur kelimesini mesleki değil etimolojik anlamıyla kullanıyorum, memurlar yani emir alan insanlar çıkar.
Oysa Türkiye’nin ihtiyacı bu değil.
Bendenize, “6 Ekim İstanbul’un kurtuluşu hangi senedir?” sorusuna aldığınız yanıtları gazete mailim aracılığıyla gönderirseniz çok sevinirim.
Hep beraber, okul denen ortamın nasıl bir ortam olduğunu bir kez daha görme olanağımız olur.
Herkesin Bayramını en samimi dileklerimle kutluyorum.