Tanıdım sayılamaz aslında; bir kez ayaküstü lafladık. İngiltere’den gelmiş, orada birkaç televizyon dizisinde oynamış, arkadaşının biriyle İstanbul’a gelmiş. Uzun boylu, sarı saçlı, yeşil gözlü, yüzünde üç parmak makyaj, dudakları lahana dolmasına dönüştürülmüş. Herhalde biri öğretmiş olacak, ikide bir başını sallıyor, parfüme batmış sarı saçlarını bir o yana bir bu yana savuruyor. Birazdan benim çekim başlayacak daha seti görmemişim, bahaneye sarılıp tüymenin yollarını arıyorum ama hatun susmak bilmiyor ki ! “Türkler çok şeker... ayak bastım basalı bir sevgi, bir ilgi...” Film çekmek isteyenler, evlenelim diyenler, yüzük, bilezik verenler, gecelerini şenlendirmek için sıraya girenler...
Bizim erkek milleti genelde pek bir düşkündür yabancı hatunlara. Ben öyle çoluk çocuktan, bıyığı yeni terleyenden söz etmiyorum. Nice aklı başında saydığım adam Avrupa’dan, hele de Rusya’dan kaknem, eksik etekleri kolların takıp gelir, “eşim e’fem...” diye tanıştırır. Neden mi? Çünkü Ayşe, Zeynep, Emine yeterince moderen değildir de ondan!! Zaten Fatma’ya Fatoş, Zeynep’e Zeyno, Emine’ye de Emoş der o saat moderenleşiverirler!!!
Şimdi, ne yatar bu garip, anlaşılması pek güç merakın...hadi hadi adını koyalım “saplantının” ardında? Her şeyden önce modernleşme tutkumuz. Sanki mel mel bakan bir Fransız tezgahtar kızı ya da bir eliyle iki dolu süt güğümünü kaldıran, yanakları elma elma Alman köylü kızını aldı mı bizimki o saat modernleşecek...daha kötüsü batılılaştığını sanacak! Tabi bir dönem bizim basın da turist hatunların ağzından ne palavralar uçurmuştu! “Türk erkeklerinin ne kadar yakışıklı olduğunu çok duydum; kendi gözlerimle görmek için geldim!” Bizim safolozlar da bu laflara inanır, biryantini boca eder kafalarına turistlerin dolaştığı yerlerde volta atarlardı.
Mazallah bir turist öldürülse manşet olurdu gazetelere; “müthiş bir ayıbı” örtbas etmek istercesine katili diri diri yakmaktan kör satırla doğramaya kadar her türlü cezayı önerirlerdi üçüncü sınıf muhabirler; sıradan bir cinayeti “milli bir davaya” dönüştürürlerdi. Gelin görün ki, o turistin yaşadığı ülkede haber bilmem kaçıncı sayfada ya vardır ya yok. Bu haberi okuyan da Türkiye’ye savaş ilan etmeyi düşünmez tabi!
Batılılaşmak benim kitabımda sanayi ve teknolojidir. Modernleşmekse taklitçiliğin en kötüsüdür ki, adamı salt dinden imandan çıkarmaz, kendi insanına da tepeden bakmasına neden olur. Bu modernleşme tutkusudur “benim oyumla çobanın oyu niye bir sayılsın?!” diye kimilerinin çemkirmesine yol açan. Bu modernleşme tutkusudur ki, ülkeyle ilgili olumlu şeylere burun kıvırıp, “yalandır canım; yandaş medya zaten hepsi de!” diye konuşturan. Bu modernleşme tutkusudur ki, insanımıza “göbeğini kaşıyan bidon kafalılar,” dedirten. Bu modernleşme tutkusudur ki, milletin yüzde 49.5’una aptal damgası vuran, buna tanık olarak da Aziz Nesin’i gösteren! Bu modernleşme tutkusudur ki, gününü kanasta masalarında geçirip, Allah’ a dua ederek, “bi koz yalvarırım, bir koz çekeyim..” diye iskambile uzanan hatun kişilerin başörtülü, asgari ücretle bütün gün çalışıp evine ekmek götüren hanımlara “üüüf pis be; öcüye benziyor!” dedirten. Bu modernleşme tutkusudur ki, batılı romancıyı yere göğe sığdıramayıp Kemal Tahir’e “Osmanlı’yı mı yazmış ne...bıktık birader, Osmanlı’da Osmanlı!!” dedirten.
Bizim yapmaya başladığımız ve başarmak zorunda olduğumuz yoksulluk belasından kurtulmak, sanayileşmek, çağı yakalamak ve kentleşmektir gerçek anlamda. Bunu anlayabilmek içinse önce bu ülkeyi, insanını sevmek gerekir ki, bunun “moderenleşme kitabında” hiç mi hiç yeri yoktur arkadaş!